10 Şubat 2014 Pazartesi

BABAMIN CESETLERİ / KREK

Bir direniş günüydü.. Yine birtakım yasaklara isyan için Taksim'de toplaşma günüydü.. Almanya'dan kuzen, Ankara'dan enişte, Orta Doğu'dan sevgili gelmişti.. Eyleme denk getirdiğimiz oyun günü sebebiyle gazı uzaktan uzaktan koklayarak Asmalı'da buluştuk gençlerle. Dünyanın 4 ayrı yerinden gelen bu mutheşem dörtlüyle Krek Sahne'ye gitmek için yola çıktık. Arkadaş Krek sahnesi de ne uzakta ya! Ona rağmen de bilet bulunamıyor ya ben işi demiyorum :)

Profesör doktor adayı bilim kadınımız tiyatroya gitmek istedi! Nürnberg'den kalkmış gelmiş, isteğine karşı durulmaz.. Biz de dedik ki değişik bir tecrübe yaşatalım, Krek'in camlı odasında film lezzetinde oyun izletelim. Geçen sezondan beri ara ara niyetlenip bir türlü denk getiremediğim Babamın Cesetleri'ne de yer bulunca da durmadık uçtuk.

4 kişiden 3'ünün ilk tanışması oldu Krek ile. Santralİstanbul'a ne olur ne olmaz diyerekten biraz erken gittik. Kahvelerimiz eşliğinde hangi çiftin hangi ülkede yaşayacağına dair sohbetimizi ederken baktık vakit tamam, kulaklıklarımızı alıp içeri girdik. Sistem ilk tecrübesini yaşayanlarda yeterince merak uyandırmaya başlamıştı ki ışııııkkkk ve oyuuuuun!

Sizin Krek'le ilişkinizi bilmem ama hiç hayal kırıklığına uğramadığım tek ekip olabilir.. Haaa pardon yaa bir tek "Bomba" faciası vardı, hani şu kısa oyun olan :) Onun dışında pek bir hüsrana uğramadık bu güne kadar. Babamın Cesetleri de neyse ki ter köşe yapmadı da misafirlerimize mahcup olmadık..


Oyun hastane odasındaki  bir aile babası etrafında şekilleniyor. Ailesiyle ezelden sıkıntılı bir savaş muhabiri baba ve onun diğer aile bireyleriyle hesaplaşması durumu söz konusu. Baba yeri gelmiş "şeytanın arkadaşı" olmuş cephede makinası elinde..İki erkek çocuğundan daha çok, cephelerde çatışma görmüş, ödüllü fotoğraflar çekmiş babamız hastalığıyla aileyi bir araya getiriyor. Bu kadar süre uyuyan babalarının yanı başında yan yana ve sessiz kalan aile üyelerinin kendi aralarındaki sorular ve sorunlar havada uçuşmaya başlıyor.



Abi bir yönetmen adayı, asla çekemediği filminin peşinde yıllarını heba etmiş. Küçük kardeş düzenli maaşı olan bir işte hayat sürdürmekte, karısı ve kızıyla mutlu taklidi yapmakta. Bir ara "kimin eli kimin cebinde" moduna bürünmeye yaklaşan oyunu Çağan Irmak filmlerine benzetesimiz gelmiyor değil. Hafif dizi senaryosu kıvamına girmekten de son anda kurtulmuş dramatik durumlar söz konusu. Ama bunlar oyunun bütününe iyi dememizi engelleyecek kadar doruk noktasında değil tabii.



Oyunun en can alıcı yeri ise yataktaki babanın Ruanda'daki savaştan bir kesit anlattığı o 20 dakika.. Resmen yattığı yerden attığı tiratla bizi yerimize mıhlayan Şerif Erol'u nefessiz izledik. İzledik değil de aslında dinledik demek daha doğru. 20 dakikada Ruanda'ya gittik ve o evin içinde "şeytanın arkadaşı" olduk.



Ve benim için oyundan aldığım en güzel son tüm karakterlerin hem çok suçlu hem de çok masum olmalarıydı. Kimisine göre bu durum yazarın karakterlere kıyamayıp kimseyi "kötü" yapmaması olarak görülebilir. Bu oyun özelinde benim hoşuma gitti, neden ben de bilmiyorum :)


Öner Erkan'ın oyunculuğunu çok beğendiğimi söyleyemiycem. İlgimiz daha çok Defne Kayalar ve Şerif Erol üzerinde yoğunlaşmıştı. Defne Kayalar ailenin kafası karışık gelini rolünde oldukça iyi bir oyunculuk sergiledi. O masum, o ara bulucu, o bekleyen, o ikinci plana atılan kadını çok güzel ortaya çıkarmış ve çok sade, temiz bir oyunculukla göstermiş. Şerif Erol ise "adam yattığı yerden ne oynuyo be arkadaş" dedirten bir kıvamda. Bütün oyun boyunca sadece profilden görebildiğimiz babanın kendince haklılığı, buna rağmen ailesine mahcubiyeti, "ben buyum arkadaş, hep buydum" diyen özgür ruhu çok izlenesi ve beğenilesi duruyor sahnede.


 Dekora zaten diyecek lafımız yok.. Bütün detaylarıyla tam bir hastane odası. Oda kapısı açıldığında içerden gelen anons sesleri bile düşünülmüş. Zaten mikrofonlar sayesinde oyuncuların adımları, nefesleri bile duyulabiliyor. Dolayısıyla konuşmalar günlük tonlardan ve fazlasıyla gerçekçi. Yani sahneye hem uzaksınız hem yakın, hem soyutlanıyorsunuz hem dibine kadar içini yaşıyorsunuz. İşte bir yandan bunlar hep maddi imkan.. Diğer yandan yaratıcılık..


 Oyun sonrasında hava muhalefeti ve yorgunluk sebebiyle hemen dağıldık ve tek seçeneğimiz yine taksi kullanmak oldu! Oyun da biraz uzun olunca tabii o saatte shuttle falan kalmamış oluyor. Çileli başım! Kadıköy'e varana kadar gün döndü tabii.

Neticede oyun güzel, mekan uzak, Krek iyi hoş. Biletler Biletix'te mevcut ama ben kendilerinden alışverişi keseli uzun zaman oldu. Mekanı arayıp biletleri telefonda kredi kartıyla almanızı öneririm.


BABAMIN CESETLERİ / KREK

Yazan ve Yöneten: Berkun Oya
Prodüktör: Nisan Göknel
Işık: Cem Yılmazer
Oynayanlar : Defne Kayalar, Yurdaer Okur, Öner Erkan, Özge Özel, Şerif Erol, Ulaş Tuna Astepe


14, 15, 21, 22, 28 Şubat'ta Krek'te izlenebilir.

www.krek.net

12 Ocak 2014 Pazar

ÖĞÜT / EKİP TİYATROSU

Şimdi bilgisayarın karşısına geçtim ve düşündüm ; Ekip Tiyatrosu'nun kaç oyununu izledim ? Hmmm evet Largo Desolato var.. Şimdi bahsini açacağım Öğüt var.. Başkaaaaaa... Hmmmm.. Aaaa nası ya ? Başka yok mu ? O kadar mı izlemişim ? Hadi canım! Ben sitelerini bi açıyım bakıyım, kesin vardır da şimdi aklıma gelmedi.. Yok vallahi gerçek sadece 2 oyunlarını izlemişim. Peki neden sanki daha fazla izlemiş gibiyim ? İşte bu sorunun cevabı nerde gizli onu bile bilmiyorum!

Halbuki ekibe kendimi pek yakın hissetme halindeyim durup duruken. Sanırım Cem Uslu'yu başka oyunlarda da izlediğimden olabilir. Camianın gülü olduğumdan ödül törenlerinde falan karşılaştığımızdan olabilir.. Ödül töreninde benim ne işim var arkadaş ? : ))))))


Neyse efendim konuyu pek dağıttık toplanalım, kendimize gelelim. "Öğüt"ü izlemek için sevdiceğimi taktım koluma düştüm İkinci Kat yoluna. Biletimizi alıp Manda Batmaz'da çayımızı içtikten sonra camianın diğer gülleriyle birlikte fuayede beklemeye başladık. İçeri girdik, önlere ulaşmak için kibarca büyük adım hamleleriyle falan neyse ki üsturuplu bir yer edindik.


Cem Uslu tarafından yazılıp yönetilen oyun çook basitçe söylemek gerekirse bir aile dramını anlatıyor. Zaten bu dramatikliği oyunun fotoğraflarına bakınca da anlayabilirsiniz o suratlarla komedi oynayacak değiller! Fakat buradaki mesele yine inceliklerde! Hayatın içinden o kadar hassas bir yeri tutmuş ki, hak vermeden edemiyorsunuz.


Mutaassıp kızımız Mine (Sema Mumcu) ve zengin şımarık patron oğlu Erdem (Erman Bağrı) arasındaki münasebet ile başlıyor hikayemiz. İşin burasında biraz klasik fakir kız zengin oğlan hikayesi var ama Erdem'in Nuri Alço tavrının altında travmatik bir durum söz konusu.


Diğer yandan hasta anne kişisi (Sevil Akı) ve hasta anneye iğrenç davranan baba kişisi (Kerem Atabeyoğlu) ile haşır neşir oluyoruz. Aşkla başlayan bir hikayenin geldiği durumda kimin haklı kimin haksız olduğuna asla karar veremediğiniz, aşktan tükenmiş bir aile izliyoruz hüzünlenerek.

Ve bu iki hikayenin birleştiği yerde biraz tesadüfler biraz hayatın cilveleri çıkıyor karşımıza. Tanıtım yazısı diyor ki ; "Mutluluğumuzun sebebi nedir?... Trajedimizin sebebi nedir?... Kişi, arzuları için neler yapabilir?... İnsan mutlu olmak istiyor, mutluluğu için çabalıyorsa eğer, ne oluyor, nasıl oluyor da yaşamımız en beklenmedik anlarda bir trajediye dönüşebiliyor?"


Oyunun bizi bizden alan detayı ise bir erkeğin bir kadına "sen benim sevdiğim kadını öldürdün!" diye nefret kusması oldu. Yani hala aşık bir adamın, yaşayan ölü karısına serzenişi.. Yani kendinden vazgeçmenin aslında herkesten vazgeçmek olduğunu görememiş bir kadının bitmişliği..


Tabii hikayenin bu kısmından etkilenmemizin çok önemli bir sebebi de Sevil Akı ve Kerem Atabeyoğlu'nun muhteşem oyunculukları oldu.. O kadar ince düşünülmüş.. O kadar detayda yürünmüş.. O kadar ustalıklı oyunculuklar ki.. Gözünün bakışında, kaşını çatışında, bardağı tutuşunda ruh olan.. Ağzını silişinde, oğlunu sevişinde, televizyon izleyişinde can bulan.. O kadar keyifli.. O kadar gerçek.. O kadar.. Ne denirse artık.. Bak bana bile kafiye falan yaptırdı yani gerisini siz düşünün. :)

Oyundaki diğer oyuncular da bu iki duayen kadar olmasa da iyi oyunculuklar koyuyorlar ortaya.. Sadece bazen aynı sahneyi icra ederlerken aradaki tecrübe farkı görünür hale geliyor. Eeee tabii zordur şimdi Kerem Atabeyoğlu ile karşılıklı oynamak.. Sevil Akı ile aynı sahneyi paylaşmak.. Çok şanslılar!


Dekor çözümlerini  gayet beğendim, sık sahne değişimi olduğu için oldukça pratik bir dekor tasarımı yapılmış. Dekor tasarımcıları belli ki Legolarla pek vakit geçirmişler zamanında :)

İzlediğimiz ikinci Ekip Tiyatrosu oyununun hemen ardından, gözümüzü "Parti" oyununa dikerekten yolumuz devam ediyoruz. Hadi siz de geride kalmayın izleyin Öğüt'ü de! :)

Bu arada İkinci Kat'ta izlediğimiz son oyun da Öğüt oldu.. Olivio Han, otel yapımı için yıkılıyor.. Bir sahne daha kentsel dönüşüme kurban giderken biz de ancak arkasından bakıp iç geçirebiliyoruz..


ÖĞÜT / EKİP TİYATROSU
 2 Perde  /  Ara hariç 115 dakika.

Yazan ve Yöneten: Cem Uslu
Reji Asistanları: Simel Aksünger, Ayşegül Uraz
Dekor: Ertürk Erkek, Öner Serkan Şimşek
Işık Tasarım: Ertürk Erkek
Kostüm, Aksesuar: Duygu Yetiş
Orijinal Müzik: Doğa Ebrişim

Oynayanlar
ERDEM: Erman Bağrı
MİNE: Sema Mumcu
UMUT: Engin Aydın
ÂLİM: İsmail Sağır
HAYAT: Sevil Akı
ADAM: Kerem Atabeyoğlu 
 
 
13 Ocak 2014, Pazartesi
20 Ocak 2014, Pazartesi
27 Ocak 2014, Pazartesi
SAAT: 20.30
YER: Salon İKSV