26 Şubat 2011 Cumartesi

ADINDA BİLE HİCİV BARINDIRAN OYUN ; İŞSİZLER CENNETE GİDER

Sanat dolu olacak bir günün başlangıcı olaraktan Taksim Meydanı yakınlarında buluştuk. Önce Frida Kahlo ve Diego Rivera sergisi için Pera Müzesi’nin yolunu tuttuk. 40 yapıttan oluşan sergiyi gezip Firda-Diego aşkı üzerine yorumlarımızı paylaştıktan sonra Ses Tiyatrosu’nun yolunu tuttuk.

Ferhan Şensoy’u ilk kez izleyecek olmanın heyecanı ile kişi başı 25 TL bilet paralarını gişeye verirken bir miktar elim titremedi desem yalan olur.

Halep Pasajı içerisindeki Ses Tiyatrosu’ndan daha içeri girerken nostalji havasını koklayabiliyoruz. O geçmiş dokusunun girişindeki dedektör, günümüzün şüpheci ve tedirgin havasını anımsatsa da içinden geçip bir tünele girmiş gibi de olabiliyoruz.

Ses Tiyatrosu ile ilgili bir Wikipedia bilgisi de iletmek isterim ;

“1885 yılında mimar Campanaki tarafından yapılan Ses Tiyatrosu 87 yıl tiyatro, 17 yıl da sinema olarak hizmet verdikten sonra 1989 yılında Ferhan Şensoy tarafından bir bölüm hissesi alınarak tekrar tiyatroya çevrildi.

Bu inşaatın masraflarının ilk kısmını, 90 günlük Ferhangi Şeyler turnesinden edilen gelirle karşılayan Şensoy, sanılanın aksine tiyatronun sahibi değil.”

Ferhan Şensoy’u ise tanımlamaya kelimeler yetmiyor adeta ; “Türk tiyatro, sinema ve televizyon oyuncusu, roman, deneme, günlük, tiyatro oyunu, televizyon dizisi ve sinema filmi senaryo yazarı, Ortaoyuncular tiyatro topluluğunun kurucusudur.”

Ayrıca tiyatrosunda çalışanlara düzenli maaş veren nadir sanat patronlarındandır ve hatta çalışanlarına sigorta bile yapmaktadır. Sayesinde tiyatrodan emekli olabilen kişiler vardır.

Bu bilgilerin ışığında, fuayede bir aşağı bir yukarı bakınırken, içerilere doğru biraz yürüdük, Türk tiyatrosunun ustalarının isimlerinin verildiği loca kapılarını inceledik. Sonra da salona girdik ve nostaljiyi yaşamak suretiyle kooccaman salona hayran bakışlarla bakakaldık.

Veeee oyun.. Aynı Ses Tiyatrosu gibi, yıllar öncesinin parodiler dönemini yaşayan bir oyun İşsizler Cennete Gider. Oyunu izlerken “Olacak O Kadar” izler gibi bir hisse kapılabiliyorsunuz. “Polisiye Güldürü” olarak lanse edilen oyunun güldürü olduğu kesin, fakat polisiye kısmını biz aradık pek bulamadık.. Gözümüzün nuru wikipediaya baktım, polisiye kelimesinin anlamı şuymuş : “suç ve suçlularla ilgili edebiyata verilen genel addır” Bu bağlamda baktığımızda, oyunda bir suç işleniyor, evet. Suç varsa suçlu da var. Polis de var. Hapishane de var. Eeee tamam işte polisiye buradaymış demek ki biz yanlış yerde aramışız :)

Güldürü unsuru ise ucundan köşesinden yedirilien hafif absürd öğeler, gözünüze sokarcasına yapılan - ağırlıklı politik – göndermeler ve skeç esprileri tarzı eprilerde yer alıyor.

Oyunun konusuna gelince… Oyun tanıtımından alıntı ile ; “Günümüzde rekor düzeye ulaşan işsizliğin kara mizah yoluyla anlatılarak, olayın büyüteç altına alınması...
Yüksek öğrenim görmüş bir çiftin uzun süre iş bulamayarak başlarına gelen olayların hiciv penceresinden anlatılması...
'İşimiz iş aramak' biçiminde yaşamayı sürdüren bir karı kocanın varoluş savaşımı üstüne tezelden bir çözüm dilekçisidir oyun.”

Günümüzün en büyük sorunlarından birisi olan işsizliğe fena halde maruz kalşmış bir çift.. “Ne iş olsa yaparım abi” sınırına gelmiş, yüksek okullar mezunu bir mühendis.. Sonunda canına tak ediyor ve ufak bir suç işliyor en masumundan. Hapishane günleri, hapisten kaçma maceraları ve bu sırada yine yüksek öğrenimli eşinin dışarıda halen iş arayan fakat hep umutlu, sürekli optimist, hiç vazgeçmeyen yaşantısı.

Oyunculuk dersek, her zamanki gibi.. Ferhan Şensoy’u mutlaka bir yerlerde izlemişsinizdir, aynısını sahnede de görüyoruz. Ama kendisi biraz yaşlanmış gibi. Sahnedeki albenisini kaybetmemiş olsa da kondisyon düşüklüğü fark ediliyor. Diğer oyuncular ise yine “Olacak O Kadar”vari programlardan fırlamış gibi. Binbir rolde izlediğimiz Elif Durdu ise maalesef o incecik sesini her karakterde aynı kullanarak kulaklarımızı biraz yoruyor..

Bir de oyunda sürekli “başımıza bu da geldi ama, napalım..Olur böyle şeyler” tarzı bir yaklaşım var. Her şey anormal düzeyde normal. Sinir yok, stres yok, üzülmek yok, çok sevinmek yok.. Bir naiflik abidesi :) Bütün karakterler “efendiliğiyle döven” cinsten.

İzleyicilerin yaş ortalamasının 45 olması bütün bu söylediklerimi desteklerken, her şeye rağmen salonda 150 kadar kişinin bulunması da bu tip işlerin de olması gerektiğini destekler gibiydi.. Belki de her şey gelişmek zorunda değildir.. Belki de bazen eskisi gibi kalmak gerekir.. Zamana ayak uydurmak şart değildir..


İşsizler Cennete Gider

Ortaoyuncular

Ferhan Şensoy, Serap Günaydın, Ali Çatalbaş, Elif Durdu

17 Şubat 2011 Perşembe

LYDIA - TUZLA BUZ

İçinde bulunduğum işlerle ilgili yazarken ziyadesiyle geriliyorum.. Doğruluğundan emin değilim, yani tarafsız olarak yazmam mümkün olmayacağı için samimiyetten uzak olur diye ödüm kopmakta.. Ama artık sorgulamamaya ve yazmaya kara verdim, haydi hayırlısı!



Aslında yazmaya karar verişimdeki önemli etkenlerden birisi de bizden tamamen bağımsız bir eleştirmenin gelip bizi izlemesi ve görüşlerini yazması, yani sizlere objektif bir gözden bir yazı da iletebilecek olmamdı.. Sevgili Yaşam Kaya geldi oyunumuzu izledi ve oyunla ilgili ilk yazıyı kaleme aldı..

Ikınıp sıkınıp yazamadığım oyun ise Lydia - Tuzla Buz..


Oyun Burçak Çöllü tarafından kaleme alındı ve yönetildi ve müziklendirildi.. Dramaturjisini ve ışık tasarımını&uygulamasını Onur Sarıgül, koreografilerini Anı Sağkan, dekor ve kostüm tasarımını Ayçiler Aliyeva yaptı.. Biz bir kısım insanlar da oynadık ; Yezdan Kayacan, Burkay Dokuyucu, Itır Zeren bi de ben..


Oyunun gelişim aşamasını yazsam sayfalar sürer anlatmak, ama bigün anlatmak isterim bak vaktiniz olduğunda :)




Oyunun en ilginç yanlarından birisi ise hikayesini Heredot tarihinden almış olmasıdır.. Yazar şöyle anlatır bu durumu ;

" Bu oyun, hikayesini tarihçi Heredot’ un Lydia Kralı Kandaules üzerine yazdıklarından alıyor.
Heredot’ a göre Kandaules, dünyadaki en güzel yaratığın kendi karısı olduğuna inanmakta ve karısının güzelliğiyle sınırsızca övünmektedir.Bir gün, bu övünme işini fazla ileri götürerek, en sevdiği askeri Gyges’ e şöyle der: “Gyges, sana karımın ne kadar güzel olduğunu söylediğimde inanır gibi görünmüyorsun. Çünkü kulak, göz gibi doğruyu anlatmaz insana. Sen onu bir de çıplak gör.”

Gyges, itiraz etse de kralın emrine karşı koyamaz. Kral tarafından yatak odasına saklanarak, Kraliçe’ nin çıplak vücudunu seyreder. Ve bu teşhir etme, teşhir edilme ve izleme durumu, Kraliçe’ nin olayı farkına varmasıyla beraber....."



Günümüze uyarlanmış haliyle ilgili olarak, oyunun konusunu ise şu şekilde özetlemektedir yazan-yöneten ;

"Çok zengin bir ailenin tek çocuğu, güzel Lydia, yaşadığı çevreye uyum sağlayamayan, etrafındaki ikiyüzlülüğe, zevk ve çıkar düşkünlüğüne tahammül edemeyen, içine kapanık bir genç kızken tanıştığı iş adamı Kandaules’ te, aradığı bütün doğallığı ve dürüstlüğü bulur. Onunla evlenir, ve kocasına saplantılı bir aşkla bağlanır. Lydia’ yı acımasız dış dünyadan koruyan güvenli kale, mükemmel ve efsanevi aşk, Kandaules’ te cisimleşmiştir. Ta ki, her şeye sahip olduğu halde tatmin olamayan Kandaules, bir fantezi uğruna Lydia için kıymetli olan her şeyi tuzla buz edene kadar.
Sonrasında, Lydia için acı dolu bir sorgulama, yüzleşme ve cezalandırma süreci başlayacaktır."




Oyunu yazıp bırakmayan, tanıtım yazılarıyla bu serüveni ayakta tutan Burçak Çöllü sizleri oyuna işte böyle buyur ediyor ;

"Lydia Herakles’ le randevunuza hoşgeldiniz.

Önceden belirtmeliyim ki Bayan Lydia bugün biraz sinirli. Sinirliden de fazlası, özenle gizlediği bir cinnetin kıyısında duruyor. Tabii ki, o gerçek bir hanımefendidir, kimseye kaba davrandığı görülmüş şey değil, ama yine de bugün ne yapacağı pek belli olmaz.
...
Konuyu tam bilmiyorum, kocasıyla ilgili bir sorun galiba. Zaten Bayan Lydia kocasına öteden beri fazla düşkün olmuştur. Bay Kandaules, kocası yani, Bayan Lydia' yı aldatmış mı, ahlaksız bir teklifte mi bulunmuş, artık ne olduysa.

Fantezi işte. Hangimizin fantezileri yok ki? "




Eeee bundan fazlası beni aşar diyerekten sözü Yaşam Kaya'nın www.tiyatronline.com sitesinde yayınlanan yazısına bırakıyorum ;

"Gözleri Tamamen Kapalı" ya da "Lydia"

"Kadıköy Öykü Sahne” 2010/11 tiyatro sezonunda hayata geçirilmiş güzel bir proje. Tiyatro sahnelerinin günden güne sayısının azalması –ki azaltılması- yeni sahnelerin önemini daha çok arttırıyor. İstanbul’daki teatral hayata farklı oluşumların, grupların katılması adına iyi kazanımlara ihtiyacımız var. Eskimiş isimlerin gölgesi altında yeniliklere kapanmış bir ülke tiyatrosunun durumu artık herkes tarafından daha iyi anlaşılıyor. İşte bu olumsuzluklardan sıyrılan Tiyatro Açıkça, Öykü Sahne’de kendine özgü üslubu ile farklı bir işe imza atmış. Lydia "Tuzla Buz", mitolojiden günümüze dek süre gelen kadın/erkek çatışmasındaki cinsel sapkınlıkları cesur bir anlayışla sahneye aktarıyor.

Oyunda kendisini dünyanın en güzel kadını olarak adleden Lydia, içine kapanık, sıradan hayatına genç bir adamı alarak farklılık katar. Bu adam Lydia’ nın aradığı kusursuz erkek modelinin aynasıdır. Kandaules para kazanma hırsına kapılmış, hayatını sadece estetik güzellik üzerine kurgulamış, Lydia’ nın beklentisini karşılamayacak sıradan bir insandır. Karısının dış güzelliğini iş yerindeki arkadaşına bahis yapacak kadar sapkın birisi olan Kandaules, en mahrem anını Gyages ile paylaşınca Lydia’ nın öfkesi büyük bir patlamaya neden olur. Kendisine hayat arkadaşı olarak seçtiği bir insanın en mahrem anlarını başka bir insanın gözlerine sunması, kadına sevgi/aşk kavramlarını da sorgulatacaktır.

“Gözleri Tamamen Kapalı” Filmi İle Eş Değer Bir Konu!

Hatırlanacağı üzere Arthur Schnitzler'in aynı adlı eserinden uyarlanan ve yönetmenliğini Stanley Kubrick'in yaptığı “Eyesm Widw Shut / Gözleri Tamamen Kapalı” cinsel sapkınlıklara bulaşan bir doktorun maceralarını konu alıyordu. Film, dünyaca ünlü yönetmen Kubrick’in son filmi olurken, günümüzde bıraktığı etki ile halen büyük fırtınalar koparmaya devam ediyor. Lydia oyununda filme benzer bir yapı ile karşı karşıyayız. Erkeğin kadını ile yaptığı seksi üçüncü bir şahısa sunması ve bunu yaparken eşinin güzel vücudunu bahis mevzusu haline dönüştürmesi insanın içindeki “id” duygusunun acımasız dışavurumu oluyor. Özellikle filmde dikkat ederseniz önce erkek doktorun bu tür sapkınlıklara alet olduğunu daha sonra istem dışı karısını da bu işin içine sürüklediğini görüyoruz. Konudaki karakter Kandaules için karısı bir seks objesi, bu objeye bakan gözler de arzunun ve ihtirasın küçük ayrıntıları olarak şekilleniyor. Dünyanın bugüne dek süre gelen ahlaki yapısına ters düşen anlayış insanın var olduğu her yerde gizli biçimde sürüyor. Bu noktada oyunu yazan ve yöneten Burçak Çöllü aykırı istekleri, arzuları cesur biçimde sahneye yansıtıyor. Çok başarılı. Oyunun müziklerini de gerçekleştiren genç yönetmen, Lydia Holding üzerinden kurguladığı olaylarla insanlara öteki dünyanın görüntüsünü sunuyor.

Gösteride Lydia rolünde izlediğimiz Ceren Gücükatalak performansı ile insanı sarsıyor. Lydia’ nın iç dünyasında yaşadığı travmalarda, kocasına duyduğu kinde, duygularını açıklıkla dile getirebilmiş. Aldatılan bir kadının hiç istemediği halde nasıl bir karaktere dönüşebileceğini o’ nun mükemmel performansı ile anlıyoruz. Burak Dokuyucu, Kandaules karakterinin yapısını iyi analiz etmiş, fakat düşüncelerini aktarırken biraz daha hareketli olması gerekmez mi? Karısını hiç düşünmeksizin arkadaşının gözlerine sunan sapkın Kandaules’ in para kazanma hırsı daha ön planda olabilir. Yezdan Kayacan, isteyerek ya da istemeyerek giriştiği bu sapkın oyuna alet olan Gyages’te güzel bir iş çıkarıyor, ama nedense onda bir türlü o sapık heyecanı görmedim. Çatışma Lyida ile Gyages’in konuşmalarında gizli. Yezdan Kayacan sorgulamalar sırasında heyecanını ön plana çıkarabilir. Yazdıklarım oyuncuların başarılı performanslarını asla gölgelemiyor. Sonuçta ortada ekipçe yakalanmış iyi bir enerji var.

Lydia “Tuzla Buz”, antik dönemden günümüze gelene dek sanatın aykırı bir bakış açısı olarak ele alınmış bir konu. Stanley Kubrick'in “Eyesm Widw Shut / Gözleri Tamamen Kapalı” filminden sonra, ikinci kez böylesine bir konudan heyecan duydum. Oyunun mutlaka sezon içinde görülmesi gerekir. "
(http://www.tiyatronline.com/yelestri1073.htm)






"Lydia-Tuzla Buz" oyununu, Şubat ayı içerisinde 20 Şubat Pazar 16:00 ve 28 Şubat Pazartesi 20:30'da Kadıköy Öykü Sahne'de izleyebilirsiniz..
www.oykusahne.com

4 Şubat 2011 Cuma

MURAT BAVLİ İLE SÖYLEŞTİK

Sevgili okurlar,
Geçen ay http://www.herkesetiyatro.com/ sitesi için gerçekleştirdiğimiz Murat Bavli röportajı yayınlandı..
İlk röportajım için yanımda olan, bana destek ve yardımcı olan Engin Gelişen ve Barış Kıralioğlu'na çok teşekkür ediyorum. Ayrıca, gösterdiği sıcaklık ve samimyet için Murat Bavli'ye de teşekkürlerimi sunuyorum ve sizleri söyleşimizin satırlarına davet ediyorum..

MURAT BAVLİ SÖYLEŞİSİ

Hayatta bazı insanları enerjisi gözünden taşar.İşte Murat Bavli de onlardan biri..Bütün egolarını ardında bırakmış nadir insanlardan. Hem oyuncu hem müzisyen. Hem alaylı hem okullu.
5 Ocak 2011 Çarşamba günü Tarla Kuşuydu Juliet oyununun matine suare arasında, Müsahipzade Celal Sahnesi’nde söyleştik kendisiyle..

CG: Bize biraz kendinizden bahseder misiniz ? Kimdir Murat Bavli ?
MB : Valla “hangimiz kimiz ki” falan diye felsefik giriyomuşum! (Güler) Liseye kadar bildiğiniz şeyler. Liseden sonra 2 sene dışarda çalıştım. Hani lise bitince insan boşluğa düşer ya, maddi kaygılar da var tabii falan. O sırada 1 sene Şişlide bir deri fabrikasında fabrika işçiliği yaptım. (üzerindeki montu göstererek – “bu da ordan falan” diyor üzerindeki derimont için – gülüyoruz beraberce ) Orada çok şey öğrendim, başka bir çalışma disiplini tabii ki .1 sene orda çalıştım, sonra da Gayrettepe’de bir kırtasiyede çalışmaya başladım. O da bambaşka bir disiplin ve deneyim, daha sosyal birşey.

CG : Sizin arayıp bulduğunuz bir iş miydi yoksa denk mi geldi ?
MB : Valla ben bir yerde çalışmalıydım, bir yandan da arkadaşlarıma falan söylüyordum, bir arkadaşım dedi ki böyle bir kırtasiye var çalışmak istersen diye, oradan başladı. Orada da çok şey öğrendim. Hayatı dinliyorsun.. Tabii bir yandan da içimde hep müzik ve tiyatro var. Yani o ara daha çok müzik var. Gitar çalıyorum, gitar dersleri alıyorum, konserlere gidiyorum, hep gruplara bakıyorum falan. Tabii tiyatro da var bir yerlerden de müzik daha ağır basıyor o sıralarda. Sonra bir yandan hani insan o tarafa doğru itilir ya hayat tarafından.. İşte ben içimden sanatın içinde olmalıyım derken, babam Şehir Tiyatroları’na bir dilekçe verebileceğimi söyledi. “Orada da bulunsun” dedi ben de gittim bir dilekçe verdim.

CG : Oyun izler miydiniz peki ?
MB : Evet izlerdim ama tabii müthiş tiyatrocu olayım falan diye birşey yoktu aklımda. Ama birdenbire baktım Ferhan Şensoy oyun kuruyor Şehir Tiyatroları’nda ; Keşanlı Ali Destanı. Beni de seçmiş Ferhan Abi, kendisi benim ilk yönetmenim olur. Hemen gittim tabii patrona ‘ben Şehir Tiyatrolarına seçildim’ dedim, saolsun çok anlayışlı davrandı Cemal Abi, ‘tabii ki’ dedi. Sonra hemen ilk provalara başladık. Kadro çok kalabalıktı ve çok büyük ustaların içindeyim. Orada usta çırak ilişkisiyla başladım..Tabii figürasyon olarak başladım, niyetçi rolündeydim, tabloları birbirine bağlayan kişiydim. Oyun bir yandan da müzikal bir oyun tabii arkadaşlar birşeyler çalıyor, ben gidip hayran hayran izliyorum onları. Bana da yardımcı oluyorlar, müzik aletlerini gösteriyorlar.. Derken ben 1 sene sonra okul sınavlarına girmeye karar verdim.



CG : Kadrodan size öyle bir yönlendirme de oldu mu peki, yani okula da gitmeniz konusunda ? Yoksa siz mi bu işi yapmaya karar verip, okulunu da okumaya karar verdiniz ?
MB : Yok tabii daha 18 yaşındayım o zaman. Kadrodaki herkes de bir yandan okulda, konservatuardalar. Konservatuara girsene dediler, ben de ‘tabii gireyim yaa bu işi yapıcaksam okulunu da okumak lazım’ diye düşündüm ve girdim sınavlara. Kazandım. Bi yandan da Şehir Tiyatroları’nda devam ettim oyunlara. Ama bu arada 2 sene sınıfta kaldım, tabii provalarla, okul aynı anda gidiyor, zor oluyordu.

CG : Konservatuarda şan bölümü okudunuz. Bu özellikle sizin tercihiniz miydi ?
MB : Aslında tiyatro bölümüne girecektim ama, ‘müziğe de tiyatroya da yakınım acaba hangisini yapsam?’ diye düşündüm. O zaman birşey oldu ve şan bölümüne girdim. O zaman Yıldız Hoca (Yıldız Kenter) dedi ki sen gir şan bölümüne, sonra tiyatro bölümüne geçiş yaparsın. Gelirsin çalışırız dedi. Orada bir şekilde giderken bir yandan Şehir Tiyatroları da benim için bir okuldu, yani aslında iki okul birarada gibi bir durum vardı. Bir baktım 3. sınıfa gelmişim. Dediler ki ‘geçicek misin Murat?’ Yaa istiyorum falan ama Yıldız Hoca dedi ki ‘birinci sınıftan başlayacaksın’. O sırada bi yandan da okul hayatı bitsin istiyorsun öğrencilikten sıkılmışsın, para da kazanmak lazım artık derken ben en iyisi şan bölümünü bitireyim dedim.

CG : Peki müzik ve tiyatroyu ne zaman biraraya getirdiniz ?
MB : Müzik bir yerden sonra ikinci planda kalmaya başladı çünkü tiyatro çok ağır bastı, oyunlar yoğunlaştı. Tabii yine gitar falan çalıyordum ama tiyatro hayatımdaki ana oyuncu haline gelmişti. Çok sonra bir oyunda müzik yaptım, yani hem oynadım hem müziklerini yaptım. Fakat müzik uzun bir süre uzakta kaldı, hatta ben de tercih etmedim “ben kendimi oyunculuğa odakladım” dedim ama baktığında iki tarafta da bir donanımım vardı. Çevremdekiler de ‘neden bunu da kullanmıyorsun’ dediler. Ben de rahat bıraktım sonra iki taraf da kendiliğinden devam etti.

CG : Sizin için öncelikli tercih hangisi ? Bir oyuna müzik yazmak mı yoksa bir oyuna karakter yaratmak mı ?
MB : Oyunculuk ağır basıyor. Tabii bir oyunda iyi bir rol oynamak isterim ama bir yandan da müziği bırakamam. O gider kendisi zaten, bırakamzsınız.

CG : Aslında fifty fifty bir durum var gibi..Yani ikisi olmadan da olmuyor sanki.
MB : Evet fifty fifty ama tiyatro biraz daha fifty J Oyunculuk biraz daha önde ama müzik de hep gider. Tarla Kuşuydu Juliet oyunu da benim için çok büyük bir şanstı. Tiyatro da var müzik de var içerisinde. Müzikleri de ben düzenledim, benim için çok keyifli bir süreç oldu.

CG : Bir oyuna müzik yazmak nası bir süreçtir sizin için ?
MB : “Öncelikle şöyle bir yatıyorum oyunu koynuma alıp” diyor ve gelsin kahkahalar! Öncelikle oyunu okuyup prova sürecini mutlaka seyretmem lazım. Öyle birşey ki oyunu alıp baktığın zaman..Nasıl anlatılır bilmiyorum..Bana birşeyler geliyor..Yani ben onun yapılmışını orada bir yerde görüyorum. Hani denir ya ; ‘şimdiki zamanda yaşarken aslında geleceği yaratıyoruz’ gibi.. Sözleri de okuduğum da, her birinin bir melodisi oluşuyor. Kendisi bana ne yapmam gerektiğini söylüyor. Tabii oyuncu olamamın da getirdiği bir yönelim oluyor. Çünkü hem tiyatral düşünüyorum hem müzikal düşünüyorum. Oyunu tiyatral olarak duymaya başlıyorum, sonra zamanla kafamda oturuyor ve kağıda döküyorum. İşte yaklaşık böyle birşey

CG : Kayıt da yapıyorsunuz galiba ?
MB : Evet bir ev stüdyom var. Büyük araştırmalardan ve çalışmalardan sonra böyle bir set oluşturdum.





CG : Müzik yaptığınız oyunlarda, çıkardığınız iş üzerinde yönetmenle anlaşamadığınız durumlar oluyor mu ? Böyle durumlarda yönetmenin tercihleri doğrultusunda mı düzenleme yaparsınız ? Yoksa kendi uygun gördüğünüze yönetmeni mi ikna edersiniz ?
MB : Tabii ki ben sonuçta bir oyuna müzik yapıyorum ve yönetmenin istediği doğrultuda birşeyler üretiyorum. Oyunu yönetmen yönetiyor. Oyun onun hayali, ben onun hayaline hizmet etmeliyim ki o da desteklesin. Ben kendim birşey yapmak istiyor olsam giderim albüm yaparım, konser veririm. Ama elimden geldiğince kendi stilimi ortaya koyarak en kalitelisini üretiyorum, yönetmen beğenirse beğeniyor. Beğenmezse, derse ki “burada bu sahneye hizmet etmemiş” önce onu ikna etmeye çalışıyorum, edemezsem onun isteğine yöneliyorum.

CG : Sizin kendinize has bir tarzını var, rock tabanlı diyebilir miyiz ? Bunu nasıl tarif edebiliriz?
MB : Benim stilim batı müziği tabii ama içinde rock da var, caz da var, new age de var. Beslendiğim birçok müzik türü var.

CG : Peki hiç tarzınızın dışında bişey yaptınız mı ?
MB : Hayır, o benim stilimde benim ruhumda değil. Benim müziğim daha çok batıdan besleniyor.

CG : Bir yönetmen size geliyorsa tarzınızı bilerek geliyor yani..
MB : Evet aynen öyle. Ben o soundu çıkarıyorum. Farklı olarak, ilk defa Hamartia’nın Yolculuğu’nda bağlama kullandım. İlk başta eyvah dedim dur bakalım ne yapacağız, ama içimde uyumu yakalıyacağımı biliyordum. Sonuçta bağlama da güzel bir alet. Onu da öyle bir kullandım ki o soundun içinde çok güzel oldu. Demek ki oluyormuş yani J

CG : Bu kadar yıldır tiyatronun içindesiniz. Oynuyorsunuz, müzik yapıyorsunuz. Hiç yazmak ya da yönetmek yönünde bir isteğiniz oldu mu ?
MB : Var evet. Hem dışarıda hem de Şehir Tiyatrolarında oyun yönetmek istiyorum. İçimde birşeyler de var bununla ilgili ve çevremdekiler de söylüyorlar ‘hadisene niye koymuyosun artık bir oyun’ diye.Gençken liselerle falan Uludağ’da tiyatro öğretmenliği yapıyordum orada oyun koyuyorduk sahneye. O zaman baya oyun yönettim aslında. Başlıbaşına bir tiyatro yönetmek başka birşey tabii. Bunu da artık yapmak istiyorum.

CG : Sizin bu iki yönünüzü, müzik ve tiyatroyu birleştirince müzikal kavramına geliyoruz. Türkiye’de de birtakım müzikaller yapılıyor. Siz de bunların içinde bulunuyor musunuz ?
MB : İstediğim şeylerden birisi de rock müzikal yapmak. Aslında biz 1997’de Can Doğan’la ilk Türk rock müzikalini yaptık ve müziklerini de ben yaptım. Uygarlık Çöplüğü. O oyunu müziklerini gece gündüz çalışıp 21 günde yapmıştım. Ama o zamanın teknolojisi ve imkanlar dolayısıyla tabi iyi kameramız olmadığı için, oyuna ait elimizde ancak çok basit bir kayıt var. Ve onu ben ne zaman aldım biliyor musunuz ? Can bana daha bu yaz verdi o kaydı. Bestecisi olarak seneler sonra izledim çok hoşuma gitti, o şartlarda oldukça güzel bir iş yapmışız. Türkiye’de de daha çok müzikaller olmalı, ben de bir rock müzikal yapmak istiyorum. Yani yazarı da bizden olsun istiyorum.

CG : Peki Murat Bavli bu kadar başarılı işe imza attı ama hiç medyatik olmadı.Bu sizin tercihinz mi ?
MB : Aslında evet, ben daha çekinik kalmayı tercih ediyorum. Daha çok tiyatronun içinde olmayı tercih ediyorum. Ama tabii insanlara da birşeyleri duyurmak lazım. Duyarlarsa, gelirlerse teklifleri her zaman değerlendiririz.

CG : Bir sinema projesi oldu sanırım ?
MB : Evet Ömer Vargı’nın yönettiği İnşaat filminde yar aldım. Tek filmimdi.

CG : Şehir Tiyatroları dışında çalıştığınız bir özel tiyatro var bildiğimiz kadarıyla. Biraz bahseder misiniz ?
MB : Şehir Tiyatroları dışında, içerisinde yer aldığım bir özel tiyatro da var ; Kozmoz Alfabeler Kumpanyası. Bizim yazdığımız, yönettiğimiz oyunlarımız var. “Sahne Bir Hayattır” oynadık, “Kaçık Gelin Şaşkın Damat” halen oynuyor. Oyunlarımızı kendimiz yazdığımız için biraz daha farklı birşeyler yapmak istedik ve parapsikolojiye yöneldik. Oyunları da daha farklı bir yaklaşımla ele aldık.

CG : Türkiye’deki tiyatro seyircisi sayısı günden güne artıyor. Özel tiyatroların sayısı da aynı hızla artıyor. Bu gidişat bizi nereye götürür dersiniz ?
MB : Bazen kızıyoruz ama bir yandan da bakıyorum çok güzel gruplar var, bir sürü güzel işler yapan tiyatro grupları var. Barış Manço Kültür Merkezi’nde, Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde yer bulamıyorsun.Seyircide de bir artış var tabii buna paralel olarak. Daha güzel daha kaliteli ne yapabiliriz diye yola çıkan grupların da hakettiği yeri bulacağına inanıyorum.Tiyatro sahnesi canlıdır, orda sürekli bişey yaşanır, aktiftir, devamlıdır. Seyiricyle devamlı bir enerji alışverişi vardır ve bu enerjiyi seyirci hisseder.


CG : Tiyatro Açıkça ile “Hamartia’ nın Yolculuğu” oyununda çalıştınız. Sizin için bu proje nasıl geçti ?
MB : Benim için çok keyifli bir çalışma oldu, bütün ekip de çok başarılıydı. Barış Kıralioğlu da önünün açık olduğuna inandığım bir yönetmen, güzel bir tarzı var. Ekipteki arkadaşlar da çok açıklar, çok keyifliler. Hepsi de çok yetenekli, içlerinden bir orkestra da çıkardık. Tarla Kuşuydu Juliet ile bu yönden benzerlik gösteriyor. İnsanlar oynuyor, oyun içerisinde orkestrada da yer alıyor.

CG : Sizin tabii bir de bu yönünüz var. Bu iki oyunda oyunculara enstrüman çaldırdınız. Bunu nasıl başarıyorsunuz ?
MB : Tabii enstrümanı az biraz çalmayı bilenler dışında bir de hiç eline enstrüman almamış olanlar vardı. Bu noktada istek çok önemli. Çok farklı bir sistemle, farklı bir tarzda bunu öğrendiler. Kendime göre bir yöntemim var tabii. Ben sadece yol gösterdim, köşebaşlarını verdim gerisini onlar yaptılar. Gayet de güzel çalıyorlar.

CG : Hakkınızda yazılanlar ve sizi tanıyanların söylediklerine göre ve benim de şahit olduğum üzre, çok pozitif ve enerjik bir insansınız. Bunun sırrı nedir ? Hiç sabrınızın taştığı, sinirlendiğiniz, isyan etitğiniz olmaz mı ?
MB : Ben öyle sert tepkileri sevmiyorum. Tabii ki zaman zaman birşeylere kızıyorum ama o an olaya yabancılaşıyorum. Aksini sevmiyorum. Tabii ki insan sinirlenir, kızar, üzülür ama ben bunu tamamiyle dışa vurmayı tercih etmiyorum. Ben başka bir enerjiyle herşeyin daha güzel gideceğine inanıyorum.

CG : 2010-2011 sezonunda Murat Bavli’yi hangi projelerde göreceğiz ?
MB : Şehir Tiyatrolarında Tarla Kuşuydu Juliet deva edecek. Tiyatro Açıkça’da Hamartia’nın Yolculuğu davam edecek. Kozmoz Alfabeler Kumpanyası oyunları devam edecek. Şehir Tiyatrolarında yeni çalmaya başlanan “Toros Canavarı” oyununda yer alacağım, sanıyorum Mart sonu gibi o da sahnede olacak.

CG :Teşekkür ederiz.
MB :Ben de teşekkür ediyorum. Herkesetiyatro.com ziyaretçilerine sevgilerimle.