Bir direniş günüydü.. Yine birtakım yasaklara isyan için Taksim'de toplaşma günüydü.. Almanya'dan kuzen, Ankara'dan enişte, Orta Doğu'dan sevgili gelmişti.. Eyleme denk getirdiğimiz oyun günü sebebiyle gazı uzaktan uzaktan koklayarak Asmalı'da buluştuk gençlerle. Dünyanın 4 ayrı yerinden gelen bu mutheşem dörtlüyle Krek Sahne'ye gitmek için yola çıktık. Arkadaş Krek sahnesi de ne uzakta ya! Ona rağmen de bilet bulunamıyor ya ben işi demiyorum :)
Profesör doktor adayı bilim kadınımız tiyatroya gitmek istedi! Nürnberg'den kalkmış gelmiş, isteğine karşı durulmaz.. Biz de dedik ki değişik bir tecrübe yaşatalım, Krek'in camlı odasında film lezzetinde oyun izletelim. Geçen sezondan beri ara ara niyetlenip bir türlü denk getiremediğim Babamın Cesetleri'ne de yer bulunca da durmadık uçtuk.
4 kişiden 3'ünün ilk tanışması oldu Krek ile. Santralİstanbul'a ne olur ne olmaz diyerekten biraz erken gittik. Kahvelerimiz eşliğinde hangi çiftin hangi ülkede yaşayacağına dair sohbetimizi ederken baktık vakit tamam, kulaklıklarımızı alıp içeri girdik. Sistem ilk tecrübesini yaşayanlarda yeterince merak uyandırmaya başlamıştı ki ışııııkkkk ve oyuuuuun!
Sizin Krek'le ilişkinizi bilmem ama hiç hayal kırıklığına uğramadığım tek ekip olabilir.. Haaa pardon yaa bir tek "Bomba" faciası vardı, hani şu kısa oyun olan :) Onun dışında pek bir hüsrana uğramadık bu güne kadar. Babamın Cesetleri de neyse ki ter köşe yapmadı da misafirlerimize mahcup olmadık..
Oyun hastane odasındaki bir aile babası etrafında şekilleniyor. Ailesiyle ezelden sıkıntılı bir savaş muhabiri baba ve onun diğer aile bireyleriyle hesaplaşması durumu söz konusu. Baba yeri gelmiş "şeytanın arkadaşı" olmuş cephede makinası elinde..İki erkek çocuğundan daha çok, cephelerde çatışma görmüş, ödüllü fotoğraflar çekmiş babamız hastalığıyla aileyi bir araya getiriyor. Bu kadar süre uyuyan babalarının yanı başında yan yana ve sessiz kalan aile üyelerinin kendi aralarındaki sorular ve sorunlar havada uçuşmaya başlıyor.
Abi bir yönetmen adayı, asla çekemediği filminin peşinde yıllarını heba etmiş. Küçük kardeş düzenli maaşı olan bir işte hayat sürdürmekte, karısı ve kızıyla mutlu taklidi yapmakta. Bir ara "kimin eli kimin cebinde" moduna bürünmeye yaklaşan oyunu Çağan Irmak filmlerine benzetesimiz gelmiyor değil. Hafif dizi senaryosu kıvamına girmekten de son anda kurtulmuş dramatik durumlar söz konusu. Ama bunlar oyunun bütününe iyi dememizi engelleyecek kadar doruk noktasında değil tabii.
Oyunun en can alıcı yeri ise yataktaki babanın Ruanda'daki savaştan bir kesit anlattığı o 20 dakika.. Resmen yattığı yerden attığı tiratla bizi yerimize mıhlayan Şerif Erol'u nefessiz izledik. İzledik değil de aslında dinledik demek daha doğru. 20 dakikada Ruanda'ya gittik ve o evin içinde "şeytanın arkadaşı" olduk.
Ve benim için oyundan aldığım en güzel son tüm karakterlerin hem çok suçlu hem de çok masum olmalarıydı. Kimisine göre bu durum yazarın karakterlere kıyamayıp kimseyi "kötü" yapmaması olarak görülebilir. Bu oyun özelinde benim hoşuma gitti, neden ben de bilmiyorum :)
Öner Erkan'ın oyunculuğunu çok beğendiğimi söyleyemiycem. İlgimiz daha çok Defne Kayalar ve Şerif Erol üzerinde yoğunlaşmıştı. Defne Kayalar ailenin kafası karışık gelini rolünde oldukça iyi bir oyunculuk sergiledi. O masum, o ara bulucu, o bekleyen, o ikinci plana atılan kadını çok güzel ortaya çıkarmış ve çok sade, temiz bir oyunculukla göstermiş. Şerif Erol ise "adam yattığı yerden ne oynuyo be arkadaş" dedirten bir kıvamda. Bütün oyun boyunca sadece profilden görebildiğimiz babanın kendince haklılığı, buna rağmen ailesine mahcubiyeti, "ben buyum arkadaş, hep buydum" diyen özgür ruhu çok izlenesi ve beğenilesi duruyor sahnede.
Dekora zaten diyecek lafımız yok.. Bütün detaylarıyla tam bir hastane odası. Oda kapısı açıldığında içerden gelen anons sesleri bile düşünülmüş. Zaten mikrofonlar sayesinde oyuncuların adımları, nefesleri bile duyulabiliyor. Dolayısıyla konuşmalar günlük tonlardan ve fazlasıyla gerçekçi. Yani sahneye hem uzaksınız hem yakın, hem soyutlanıyorsunuz hem dibine kadar içini yaşıyorsunuz. İşte bir yandan bunlar hep maddi imkan.. Diğer yandan yaratıcılık..
Oyun sonrasında hava muhalefeti ve yorgunluk sebebiyle hemen dağıldık ve tek seçeneğimiz yine taksi kullanmak oldu! Oyun da biraz uzun olunca tabii o saatte shuttle falan kalmamış oluyor. Çileli başım! Kadıköy'e varana kadar gün döndü tabii.
Neticede oyun güzel, mekan uzak, Krek iyi hoş. Biletler Biletix'te mevcut ama ben kendilerinden alışverişi keseli uzun zaman oldu. Mekanı arayıp biletleri telefonda kredi kartıyla almanızı öneririm.
BABAMIN CESETLERİ / KREK
Yazan ve Yöneten: Berkun Oya
Prodüktör: Nisan Göknel
Işık: Cem Yılmazer
Oynayanlar : Defne Kayalar, Yurdaer Okur, Öner Erkan, Özge Özel, Şerif Erol, Ulaş Tuna Astepe
14, 15, 21, 22, 28 Şubat'ta Krek'te izlenebilir.
www.krek.net
Profesör doktor adayı bilim kadınımız tiyatroya gitmek istedi! Nürnberg'den kalkmış gelmiş, isteğine karşı durulmaz.. Biz de dedik ki değişik bir tecrübe yaşatalım, Krek'in camlı odasında film lezzetinde oyun izletelim. Geçen sezondan beri ara ara niyetlenip bir türlü denk getiremediğim Babamın Cesetleri'ne de yer bulunca da durmadık uçtuk.
4 kişiden 3'ünün ilk tanışması oldu Krek ile. Santralİstanbul'a ne olur ne olmaz diyerekten biraz erken gittik. Kahvelerimiz eşliğinde hangi çiftin hangi ülkede yaşayacağına dair sohbetimizi ederken baktık vakit tamam, kulaklıklarımızı alıp içeri girdik. Sistem ilk tecrübesini yaşayanlarda yeterince merak uyandırmaya başlamıştı ki ışııııkkkk ve oyuuuuun!
Sizin Krek'le ilişkinizi bilmem ama hiç hayal kırıklığına uğramadığım tek ekip olabilir.. Haaa pardon yaa bir tek "Bomba" faciası vardı, hani şu kısa oyun olan :) Onun dışında pek bir hüsrana uğramadık bu güne kadar. Babamın Cesetleri de neyse ki ter köşe yapmadı da misafirlerimize mahcup olmadık..
Oyun hastane odasındaki bir aile babası etrafında şekilleniyor. Ailesiyle ezelden sıkıntılı bir savaş muhabiri baba ve onun diğer aile bireyleriyle hesaplaşması durumu söz konusu. Baba yeri gelmiş "şeytanın arkadaşı" olmuş cephede makinası elinde..İki erkek çocuğundan daha çok, cephelerde çatışma görmüş, ödüllü fotoğraflar çekmiş babamız hastalığıyla aileyi bir araya getiriyor. Bu kadar süre uyuyan babalarının yanı başında yan yana ve sessiz kalan aile üyelerinin kendi aralarındaki sorular ve sorunlar havada uçuşmaya başlıyor.
Abi bir yönetmen adayı, asla çekemediği filminin peşinde yıllarını heba etmiş. Küçük kardeş düzenli maaşı olan bir işte hayat sürdürmekte, karısı ve kızıyla mutlu taklidi yapmakta. Bir ara "kimin eli kimin cebinde" moduna bürünmeye yaklaşan oyunu Çağan Irmak filmlerine benzetesimiz gelmiyor değil. Hafif dizi senaryosu kıvamına girmekten de son anda kurtulmuş dramatik durumlar söz konusu. Ama bunlar oyunun bütününe iyi dememizi engelleyecek kadar doruk noktasında değil tabii.
Oyunun en can alıcı yeri ise yataktaki babanın Ruanda'daki savaştan bir kesit anlattığı o 20 dakika.. Resmen yattığı yerden attığı tiratla bizi yerimize mıhlayan Şerif Erol'u nefessiz izledik. İzledik değil de aslında dinledik demek daha doğru. 20 dakikada Ruanda'ya gittik ve o evin içinde "şeytanın arkadaşı" olduk.
Ve benim için oyundan aldığım en güzel son tüm karakterlerin hem çok suçlu hem de çok masum olmalarıydı. Kimisine göre bu durum yazarın karakterlere kıyamayıp kimseyi "kötü" yapmaması olarak görülebilir. Bu oyun özelinde benim hoşuma gitti, neden ben de bilmiyorum :)
Öner Erkan'ın oyunculuğunu çok beğendiğimi söyleyemiycem. İlgimiz daha çok Defne Kayalar ve Şerif Erol üzerinde yoğunlaşmıştı. Defne Kayalar ailenin kafası karışık gelini rolünde oldukça iyi bir oyunculuk sergiledi. O masum, o ara bulucu, o bekleyen, o ikinci plana atılan kadını çok güzel ortaya çıkarmış ve çok sade, temiz bir oyunculukla göstermiş. Şerif Erol ise "adam yattığı yerden ne oynuyo be arkadaş" dedirten bir kıvamda. Bütün oyun boyunca sadece profilden görebildiğimiz babanın kendince haklılığı, buna rağmen ailesine mahcubiyeti, "ben buyum arkadaş, hep buydum" diyen özgür ruhu çok izlenesi ve beğenilesi duruyor sahnede.
Dekora zaten diyecek lafımız yok.. Bütün detaylarıyla tam bir hastane odası. Oda kapısı açıldığında içerden gelen anons sesleri bile düşünülmüş. Zaten mikrofonlar sayesinde oyuncuların adımları, nefesleri bile duyulabiliyor. Dolayısıyla konuşmalar günlük tonlardan ve fazlasıyla gerçekçi. Yani sahneye hem uzaksınız hem yakın, hem soyutlanıyorsunuz hem dibine kadar içini yaşıyorsunuz. İşte bir yandan bunlar hep maddi imkan.. Diğer yandan yaratıcılık..
Oyun sonrasında hava muhalefeti ve yorgunluk sebebiyle hemen dağıldık ve tek seçeneğimiz yine taksi kullanmak oldu! Oyun da biraz uzun olunca tabii o saatte shuttle falan kalmamış oluyor. Çileli başım! Kadıköy'e varana kadar gün döndü tabii.
Neticede oyun güzel, mekan uzak, Krek iyi hoş. Biletler Biletix'te mevcut ama ben kendilerinden alışverişi keseli uzun zaman oldu. Mekanı arayıp biletleri telefonda kredi kartıyla almanızı öneririm.
BABAMIN CESETLERİ / KREK
Yazan ve Yöneten: Berkun Oya
Prodüktör: Nisan Göknel
Işık: Cem Yılmazer
Oynayanlar : Defne Kayalar, Yurdaer Okur, Öner Erkan, Özge Özel, Şerif Erol, Ulaş Tuna Astepe
14, 15, 21, 22, 28 Şubat'ta Krek'te izlenebilir.
www.krek.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder