25 Kasım 2012 Pazar

CANINIZ PİKNİK Mİ ÇEKTİ ?

Taaaaaaaaaaaaa geçen sezon izlediğim bir oyunla ilgili yazı yazmak üzereyim.. Sen de okumak üzeresin! Hazır mıyız ? Hazırsak başlayalım..


Geçen yıl kendilerini Sahne Hal'de izlemiş idim.. Sanırım ikinci oyunlarıydı.. İkinci oyun da lanetli oyundur ama biz öyle kötü de bir oyuna denk gelmedik vallahi. Sonraki birkaç izleyişimde de bunu tasdik etmiş oldum!

Efendiiim, sevgili ekibimizin adı Turnusol. Kendileri üniversite tiyatrosunda birlikte çalışmaya başlamış ve sonrasında bu işe devam etmiş ve etmekte olan bir ekip. Çalıştırıcı kişi Arda Öztürk, ki kendisinin bahsi yazılarımda daha önceden geçmişti. Yönettiği "Ayak Bacak Fabrikası"nı izlemiş ve beğenilerimi sizlerle de paylaşmıştım. Turnusol içerisinde de yönetmen görevini bu oyun için Arda Öztürk üstleniyor.


Geçen yıl kurulan Turnusol'ün manifestosunda ise şu cümleler yer alıyor ; ".... Turnusol izleyenin imgelemini harekete geçiren, eleştirel ve rasyonel bakışını aktif kılan, kısacası onu sanatsal üretimin bir parçası olarak gören yaklaşımları yeğler. Turnusol bu yaklaşımların da etkisiyle klasik algı ve iletişim kalıplarından bağımsız olmak ister ve görünmez olanın - sanat yoluyla - görünülebilirliğini mümkün kılmanın yollarını arar."

Neyse şimdi oyuna geçelim.. Oyunumuz ; Piknik. Bazılarımızın "Cephede Piknik" diye bildiği.. Hani şu Fernando Arabal'in yazdığı :)

Piknik, diğer adından da belli olduğu üzere cephede geçen bir oyun. Savaşın iki cephesi.. Peki bu iki cephe acaba aynı tarafın mı yoksa karşı tarafın mı? Karşı taraf kim? Düşman ne demek?


Oyun başladığında cephedeki askerin yalnızlığına şahit oluyoruz. Zavallım aylardır cephede tek başına örgüsünü örüyor ve nöbetini tutuyor. Tam ne kadar sıkıldığına üzülürken, cengaver babası ve titiz annesi cepheye oğullarını ziyarete gidiyorlar, amaç ise oğullarıyla bir pazar günü şöööööyle güzel bir piknik yapmak! Yahu ne var bunda! Sonuçta barut kokusu iştah açıyor! Bombardıman da izlemesi havai fişekten hallice bir olay! 

Tankları geçerek, yolları teperek cepheye gelen neşe yuvası anne ve baba, oğullarıyla savaşın inceliklerinden konuşup, babanın kahramanlık hikayelerini dinliyorkeeen, bir de ellerine düşman askeri geçiyor! Bir neşe bir neşe! Sormayın gitsin! Ondan sonra başlıyor bir idrak süreci!


Evet anladığımız üzre oyunumuz absürd bir oyun! :) Absürdün tüm inceliklerini seyreyleyebileceğiniz bir oyun. İçler acısı bir savaş trajedisine inanmış bir toplum ve bu saçmalığı fark edişleri.. Kimin kime düşman olduğunun bile belli olmadığı bir savaşta asker olmak.. Sadece size öyle denildi diye!

Turnusol ekibi oyunun İngilizce metnini kendisi ele almış ve çevirmiş. Dolayısıyla günümüz dilinde süper anlaşılır bir metinle karşı karşıyayız. Özellikle zeka kıvılcımı küfürlere bayılıyorum! "Hırtapoz!" ise favorim :) Oyunculuklar pek ayarında. Ekip eskiden beri absürd oyunlara oldukça aşina olduğu için olayı gayet özümsemiş durumda. Zaten kendilerini bildiğim kadarıyla herhangi bir şeyi kendileri özümsemeden seyirci karşısına çıkarmamaya çok özen gösteriyorlar. 

Oyunu teknik detaylarına gelecek olursak.. Dekoru sade ve net buldum, aksesuarlarla süslenen sahnelerin özelliğini kaybettirmemiş. Gözü yormuyor, sadece gerektiği kadar! Kostümler de aynı şekilde dönemine uygun ve sadece olması gerektiği gibi..

Yönetmen koltuğunda Arda yine absürd ve grotesk tecrübesini konuşturmuş. Her işini zevkle izlerim! Fakat oyundaki bekleme sahnelerini biraz fazla bulduğumu belirtmeden geçersem çok ayıp olur :) Seyirciye düşünme payı verildiği aşikar fakat sahnedeki aksiyonu da söndürmemek gerek. Oyuncular başarılı, özellikle Eren Yıldız ve Barış Mesci iki asker olarak çok başarılı. Anne rolünde Melis Şenol ve baba rolünde Burkay  Dokuyucu sahnede keyifle izlenir karakterler çiziyorlar.


Oyun ne zamana kadar devam edeeeeer tam bilemiyorum ama bence siz ilk fırsatta izleyin! Hatta en erken 2 Aralık'ta Kadıköy Emek Sahnesi'nde izleyebilirsiniz. Devamı için ise Sahne Hal ve Emek Sahnesi programlarını takip edebilirsiniz.


PİKNİK / TURNUSOL
Yazan: Fernando Arrabal
Çeviri - Dramaturji - Tasarım: Turnusol
Yöneten: Arda Öztürk
Yönetmen Yard.- Koreografi: Duygu Çelebi
Teknik: Bahadır Erol
Afiş Tasarım: Bestenigar Köseoğlu
Oyuncular: Y. Eren Yıldız, Burkay Dokuyucu, Melis Şenol, Barış Mesci, Ziyahan Çetin, Duygu Çelebi

www.facebook.com/TiyatroTurnusol
www.twitter.com/TiyatroTurnusol

29 Ekim 2012 Pazartesi

AY ECESİ

Ay Ecesi..



Şimdi gayet güzel herhangi bir oyunu izlemiş gibi yazabilirim.. Sahnede olanlardan bahsedip size bu oyunu tavsiye edebilirim. Ama bu sefer öyle yapmiycam.. Birçok yerde zaten oyunla ilgili eleştiri, yorum okuyabilirsiniz.. Şimdi ben yazsam biraz taraflı olucak şu da çok güzel bu da ok şahane diycem (ki öyle :)) ama hiç objektif olamıycam.. Ben size bu sefer oyunun arka planını anlatayım istiyorum.. Oyunun derken yani oyunun hazırlık süreci olan prova döneminin değil..

Yazılarımı takip edenleriniz bilir ki oyunun yazarı Burçak Çöllü kadim dostlarımdandır. Elinden çok iş gelir. Müzik yazar, ders verir, oyun yönetir, oyun yazar falan falan.. En sıkı tiyatro takipçilerinden de birisidir, zira kendisi oyun müzikleri üretme konusunda da oldukça başarılıdır :)



Mehmene Banu ise ben tanıdığımdan beri Burçak'ı en çok etkilemiş karakterdir.. Yıllar önce Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen Ferhad ile Şirin oyununda Sevil Akı'yı Mehmene Banu rolünde izlemesiyle başlar herşey. 25/01/2006.. Sevil Akı öyle bir can verir ki Mehmene'ye.. Öyle durur öyle bakar ki sahneden.. Burçak da o zamandan hem Sevil Akı'ya hem Mehmene Banu karakterine gönlünü kaptırır. Öyle ki sağ omzuna da Mehmene Banu'nun dövmesini yaptırır..



Burçak'ın evine ilk gittiğimde evdekileri oku oku bitirememiştim. Her yer Sevil Akı her yer Mehmene! Bir panosu vardır aklımda yer eden, oyundan fotoğrafların durduğu ve hatta oyundan repliklerin yazdığı..




Kızımız müzik insanı tabii.. Kendini ifade biçimlerinden birisi müzik yazmak.. Bir şeyden bu kadar etkilenip de müzik yazmaması mümkün mü ? Oturur bir albüm yapar Mehmene için! Mehmene'nin hislerini, kendisinin Mehmene için hislerini notaya döker..



Ferhad ile Şirin hikayesinin yan faktörü zalim Mehmene'nin aslında bambaşka bir yüzü bambaşka bir içi olduğuna inanan Burçak düşlediği hikayeyi bir de kaleme alır.. Ay Ecesi..

Gel zaman git zaman Burçak oyunu Devlet Tiyatroları'na göndermeye karar verdi geçen yıl. Lydia ile birlikte sayısını hatırlamadığım kadar kopyayı bastırıp gönderdi. Çok geçmeden de oyunların repertuara alındığı haberleri geldi. Bir heves ve heyecanla beklerken ilk önce Antalya Devlet Tiyatrosu'nda oyunun incelendiğini öğrendik ve ufak bir heyecan yaşamadık desem yalan olur! :) Fakat sonra haber çıkmadı..

Taa ki 2012 Ağustos ayına kadar..

Bendeniz Edinburgh semalarında tatileyken Burçak ile telefonda konuşmaktaydık.. Bize güzel bir haberi olduğu mesajını alınca tabii ki dönene kadar bekleyemeyeceğim için hemen aradım. Oyunun sahneleneceğinin haberini aldığım anda da işte şu hale geldim :)

(Elinden fotoğraf makinasını düşürmeyen sevgilim bu anı da kaydetti, hatta ben izin verip huysuzluk yapmasaydım dahasını da çekerdi :) )

Veeee büyük haber! Mustafa Avkıran oyunu sahnelemek istediğini söyleyip Burçak'ı aramış!!!

Aradan geçen zaman süresince metnin elden geçirilmesi, oyuncu seçmeleri, provalar, besteler derken heyecanı kat kat artan arkadaşım da uykusuz gecelerin esiri olmadı değil! Provalardan her bahsedişinde gözlerinin nasıl parladığını, sesinin nasıl heyecan dolduğunu bilemezsiniz..



Sonunda ilk seyircili gösterim, genel prova! Teknik aksaklıklar, heyecan derken çok memnun kalınmayan bir genel provadan ben salya sümük ayrıldım! Hatta Burçak'ı tebrik etmek için sarılınca bir kuple daha hıçkırdım, Mustafa Avkıran'ı tebrik ederken de boğazım düğümlendi sesim titredi.



Prömiyer! O günkü oyun öncesi mesajlaşmamızdan bahsedip de bu büyülü havayı bozmak istemem. Neticede her zaman duygusal olan insanlar değiliz bizim de höt taraflarımız var :)



Prömiyer günü bütün heyecanını enerjiye çeviren ekip çok iyi bir iş çıkardı! Biz yine oyunda  göz yaşları içinde ayrıldık. Ve tabii ki Mehmene'nin ilham perisi Sevil Akı da ziyadesiyle heycanlanmış ve duygulanmıştı. Prömiyere dair vermek istediğim bir detay da oyunculara dair.. Fotoğraf çekmek için oyun öncesinde kulise gittik. Oyun çıkmadan hemen önceki heyecanlarına şahit olduk! Tarifi imkansız bir görüntüydü.. O heyecan yumağını görüp de tüylerinizin diken diken olmaması mümkün olamazdı..



Yani sevgili okuyucu, Ay Ecesi böyle doğdu.. Şimdi ben bu mevzuya bu kadar hisliyken size oyunun teknik detaylarından nasıl bahsedeyim ? Neyse tabii oyuna dair mevzuları da atlamamak lazım, o halde broşürden bir kuple ile bu işi halledelim ;

" Ferhad ile Şirin'in efsanevi aşkı herkes tarafından bilinir. Fakat Mehmene Banu'nun ağzından anlatılan bizim hikayemizde yüzyıllarca anlatılacak efsanevi bir aşk yok. Daha basit daha sıradan şeyler var.
Ablalar ve kardeşler var örneğin, aile olmanın nerede başlayıp nerede bitteceği ya da kardeşlikten daha önemli ne olabileceği sorusu...
Mehmene Banu'nun çocuk yaşında üstlendiği sorumluluklar var ve sorumluluklarla istekleri arasında tercih yapması gerektiğinde nerelere savrlabileceğine dair bir insanlık hali... Her genç kadın, her abla, her anne bu tercihleri yapmak zorunda kalmıyor mu ?
.......
Şirin'in ilahlaştırdığı bir aşkın peşinden koşarken hem kendini tüketmesi hem de bu tükenmişlikten zevk alıp hayatını anlamlı, kendini de kahraman kılmasının naifliği var; bizim de kendi hatalarımızdan gülümseyerek bulup çıkarabileceğimiz gibi.
......
Ve ufaktan bir serzeniş, işimize geldiği gibi duyduğumuz, yakıştırdığımız gibi beğendiğimiz, uygun bulduğumuz şekilde hikayeleştirdiğimiz bütün masalların <öteki> kahramanları için."

Gerisi size kalmış..




AY ECESİ - İstanbul Devlet Tiyatrosu

Yazan&Besteleyen: Burçak Çöllü
Yönetmen: Mustafa Avkıran - Övül Avkıran
Dekor-Kostüm Tasarımı: Şirin Dağtekin Yenen
Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz
Yönetmen Yardımcısı: Mine Tüfekçioğlu
Müzik Direktörü: O. Enes Kuzu
Asistanlar: Deniz Bolışık - Erkan Yılmaz - Sercan Çelik
Oyuncular :
Çığırtkan - Lala: Kubilay Karslıoğlu
Ay Kız: Tuba Karabey / Gözde Kaya
Mehmene Banu: Gözde Cığacı / Deniz Bolışık
Şirin: Dolunay Pircioğlu / Ebru Helvacıoğlu
Ferhad: Erdem Yılmaz / Uygar Özçelik
Hüsrev: Kutay Şahin / Erdem Yılmaz
Dadı: Cansu Saka
Vezir: Erkan Yılmaz
Dilruba: Gözde Kaya / Tuba Karabey
Peymane: Çağıl Tekten
Ruhnüvaz: Gizem Ancı
Cilvenaz: Ayşe Gülerman
Marangoz: Onur Şirin
Demirci: Adil Can Demirel
Fırıncı: Emre Sungur
Kunduracı: Melih Şengider
Terzi: Deniz Bolışık / Gözde Cığacı
Bohçacı: Selda Şahin
Çömlekçi: Kutay Şahin / Uygar Özçelik
Mimarbaşı: Sercan Çelik



NOT: Yazıda kullanılan tüm oyun fotoğrafları genel prova sırasında bizati tarafımdan çekilmiştir.( tabii ki yönetmenden izinli olarak :) )
           Diğer eskiye dair fotoğraflar www.mehmene.blogspot.com adresinden alınmıştır.


19 Ekim 2012 Cuma

EDINBURGH VOLUME 2 - "MACHINAL" by Oxford University Dramatic Society

Edinburgh semalarına Glasgow'dan gelen tren ile iniş yapmıştık. Otele giden yolda şehrin ve festivalin en cafcaflı caddesinden geçmek durumunda kaldık. Gördüklerimizden sonra otele çantaları acilen bırakıp, fotoğraf makinalarımızı kaptığımız gibi koştuk gittik. Gördüğümüz manzaralardan biri de şöyleydi ;



Yaklaşık 10 kişilik ekibin tümü sokakta oyundan bir sahneyi fotoğraflıyorlardı. Bu arada da broşür dağıtıp oyuna çağırmayı ihmal etmiyorlar tabii! Biz de görüntüyü çok beğenince koştuk gittik bilet almaya!

Mekanlarda ve sokaklarda o kadar çok afiş, broşür, eleştiri yazısı var ki insan ne izleyeceğini bilemiyo kafası karışıyo. Neyse ki bir oyunda karar kılmıştık! Saat 7.15'te Venue 145 India Buildings / Victoris Street. Machinal/Oxford University Dramatic Society.



Oyun girişinde "Love and Understanding" oyunu ile ilgili enteresan bir diyaloğa şahit olduk, hatta bu duyduklarımız ve gördüklerimiz sayesinde ertesi gün de o oyunu izledik. Fakat şimdi ne yeri ne zamanı sayın okuyucu bunu o oyunu yazarken anlatırım. Şimdi sadece aklıma geldi de paylaşıyım dedim :)

Veee binadan içeri alındık. Alt kata doğru indik. Mahzenvari bir yere girdik. Mavi ışıkla aydınlatılmış mahzendeki seyirci koltuklarında yerlerimizi alırken en önde oturmak sevgilimi biraz korkutsa da bana hayır demedi :) Sandalyeler dolup taştıktan sonra oyun başladı ve ışık genelden sahneye döndü..



Oyun Sophie Treadwell tarafından yazılmış ve ilk olarak 1928 yılında Brodway'de oynanmış. Sophie hanım dışavurumcu bi yazar ve bu oyun da tiyatroda dışavurumculuğun önemli örneklerinden birisi.

Ana karakterimiz Helen bir şirkette çalışmakta ve annesiyle birlikte yaşamaktadır. Tabir yerindeyse kendisine dayatılan bir hayat yaşana Helen hanım kızımız pek mağrur ve kendi halindedir. Fakat diğer yandan da toplumun beklentilerine yönelik yaşamak kendisini sıkmaktadır. Bir gün şirketin sahibi Helen'e ellerini çok beğendiğini, ona aşık olduğunu ve evlenmek istediğini söyler. Helen'in annesi bunun kaçmayacak bir fırsat odluğunu düşünse de Helen aslında seveceği bir adam, yani aşk istemektedir. Patronuyla evlenen Helen çok zor bir ilk gece geçirir. Bir süre sonra ise bebek sahibi olur fakat bebeğe tümüyle yabancıdır, onu istemez. Günlerden bir gün Helen iş yerinden arkadaşıyla gittiği bir barda bir adamla tanışır ve birlikte olur. Bu genç delikanlı Helen'in biraz gözünü açar ve sonraki süreç Helen'i kocasını öldürmeye kadar götürür. Kocası ölen Helen yargılanır. Uzun süre yaptığını inkar eder fakat en sonunda çıkar yolu kalmayınca kabul etmek zorunda kalır. Cezası ise elektrikli sandalye olacaktır.

Orta sınıf bir kadın olan Helen, robotlaşmış yaşamdan kaçamaz ve sonunda isyan eder. Yargılama sahnesi ise oyunun en güzel sahnelerinden birisiydi. Çatır çatır karşılıklı atışan avukatlar tozu dumana kattılar. Bir de yüzlerine sürdükleri beyaz pudralar ellerinde kalmış olmasaydı... :)

Herşeyden önce oyun mekana cuk diye oturmuştu. Işıklar çok başarılıydı. Sahne değişimleri ise zekice kurgulanmıştı.Düşünün.. Sahne bitiyo ve mekan değişecek.. Işık mavi genele geçiyo ve bütün oyuncular ellerinde malzemelerle geliyo. Kimisi sahnedekini alıyo kimisi yeni dekoru koyuyo. Fakat herkes tek bir hamlede işini yapıyooor ve dekor resmen tek hamlede değişiyor! Ayrıca o sırada Helen de en önde ve 2 oyuncu Helen'in kostümünü değiştiriyor. Çok hoşumuza gitti, resmen oyunu izler gözlerle izledik sahe değişimlerini de.

 


Oyunculuklar da oldukça kaliteliydi, izlemekten çok keyif aldık.  Eeeee işte bir üniversite tiyatroyu bu kadar desteklerse ne kadar güzel şeyler çıkabilirmiş demek ki ortaya..

Bu arada araştırmalarıma göre Oxford University Dramatic Society, Oxford öğrencilerinin sanatsal etkinliklerine destek veren bir kulüp. Fakat bu bizim bildiğimiz tiyatro kulüpleri gibi değil. Siz bir oyun çalışmak istiyorsunuz ve gidip kulübe başvuruyorsunuz. Onlar da size kostüm, dekor vs konularında nasıl yardımcı olabileceklerine bakıyorlar. Ve kendilerine başvuran oyunlardan bazılarını da Fringe gibi festivallere gönderiyorlar. İşte sanat destek diye buna derim ben!

Şimdi diyin bana İbrahim Tatlıses haksız mı ? Oxford vardı da biz mi okumadık arkadaş ? :)

Bu arada son olarak şunu belirtmek isterim ki oyunun ülkemizde profesyonel bir tiyatro tarafından sergilendiğine dair bir bilgi bulamadım. Tek sahneleme Atılım Üniversitesi'nde 6 Mart 2012'de Dünya Kadınlar Günü etkinliği olarak yapılmış. Bence birisi bu oyunu ele alsa fena olmaz hani ;)

www.machinal2012.com

 

11 Ekim 2012 Perşembe

EDINBURGH VOLUME 1 - GULLIVER'S TRAVELS (GULLIVER'İN GEZİLERİ)

"Madem festivale gittin yazsana hanım!" diyen sesinizi duyar gibiyim. Üzerimdeki bu atıl halden kurtulup hepsini tek tek yazıcam. Vallahi yazıcam! :)



Şimdi efendim ilk olarak, daha gitmeden biletini aldığımız oyun "Gulliver's Travels" dan bahsetmek isterim. Edinburgh International Festival kapsamında Romanyalı ekip Radu Stanca National Theatre of Sibiu tarafından sergilenen oyunun yönetmeni Silviu Purcarete idi. Yönetmen daha önce 2009 yılında da festivale Faust ile katılmış. Bu yılki festivalde oynanan oyun ise Gulliver's Travels oyununun dünya prömiyeriymiş! Dünya gözüyle bir dünya prömiyeri de gördüm ya pek güzelim :)


İrlandalı yazar Jonathan Swift'in kitabı olan Gulliver'in Gezileri, dünya klasikleri arasında yer alır. 1726 yılında tamamlanmış olan kitap 4 bölümden oluşur. Genel olarak Jonathan Swift insanların zalimliğinden, çıkarcılığından ve bencilliğinden dem vurur. Gulliver 4 gezisinde devler ülkesine, cüceler ülkesine, bilim adamlarının olduğu bir adaya ve Yahoo'ların ülkesine gider. Atların insanları hizmetçi gibi kullandığı bu Yahoo ülkesinde Gulliver atlara hayran olur. Ülkesine döndüğünde de iki at satın alır ve onlarla yaşamaya devam eder.



Oyunda yönetmen bu 4 hikayenin de bir yerlerine dokunmuş. Öncelikle ön oyunla başlayan oyunda yarı insan yarı at kişiler yer alıyor. İnsan tarafı kişilerin zalim yönünü, at tarafı ise daha aklı başında tarafını ifade ediyor. Oyunun devamında ise sahnede gerçek bir at görüyoruz! Zira Gulliver hep insanlardan hainlik görürken atlara hayran oluyor. Zalim ve vahşi Yahoo'ların eline düşen Gulliver insanlıktan çıkıyor ve binbir işkenceye uğruyor. Üzerinde deneyler yapılıyor. Işık oyunu ve gölgelendirme ile de devler ve cüceler ülkesine götürüyor bizi sayın yönetmen. Yani Gulliver için insan dediğin şey tam anlamıyla tek dişi kalmış canavar!


Ekip halinde oyuncular ise kılıktan kılığa giriyorlar. Kah köylüler oluyorlar kah iş adamları. Bir bakmışsınız yarı at yarı insanlar, bir bakmışsınız ebeveynleri tarafından satılan yeni doğanlar üzerinde deney yapan bilim adamları olmuşlar. Kalabalık ekip süper kurgulanmış koreografilerle sahneyi çok enerjik tutuyor ve insana tam bir seyir keyfi yaşatıyor.


Sahneleme tarzını bir diğer Romanyalı yönetmen Mihai Manutiu'ya benzettiğim Silviu Purcarete'nin de Romanyalı olması enteresan bir tesadüf olabilir mi ? :) Mihai Manutiu da geçtiğimiz sezonlarda Şehir Tiyatrolarında Bakhalar adlı oyunu yönetmişti. O da bir bu kadar metaforik öğelerle bezenmişti.


Genel olarak oyundan memnun ayrıldık, değişik bir yorum izledik. Rumence oynanan oyunda aslında çok da fazla replik yoktu, olanlar da ekranlardan üst yazı ile aktarıldı. Fakat dediğim gibi ağırlıklı olarak performansa dayalı bir sergilemeydi. Bizi düşünsel olarak biraz zorladı, bunun yanında da görsel olarak doyurdu. Tam bir global oyun örneğiydi diyebilirim! Üstelik şimdi araştırma yaparken de öğrendim ki festivalden bir de ödülle ayrılmışlar!



Edinburgh King's Theatre'de segilenen oyun çıkışında ise tabii ki hafif yağmurlu bir hava bizi beklemekteydi. Zira mekan İskoçya, neredeyse yağmurun ana vatanı. Gelirken hem geç kalmamaya çalışma paniğinden hem de yol iz bilmediğimizden çok uzun gelen yol dönüşte pek bir kısa geldi. Soğukta çok yürümek zorunda kalmadığımız için memnun halde otelimizin yolunu tuttuk ve ertesi günkü oyunların merakıyla uykuya daldık... :)

Rüyamda o yarı kadın - yarı at yaratıkları görmediğim için de sabah mutlu uyandım :)


PS: Oyun sırasında telefonla gizli gizli çektiğimiz fotoğraflar için sevgilime teşekkürü borç bilirim!





26 Eylül 2012 Çarşamba

EDINBURGH VE FESTİVALLERİ

Bu yıl bir rüya tatil peşinden kalktık gittik. Nereye mi ? Oooff bi sürü yere! İngiltere - İrlanda - İskoçya üçgenindeki saymakla bitmeyecek kadar şehri 10 günde talan ettik. Haa şimdi diyceksiniz ki "hayırdır arkadaş görüşmeyeli seyahat bloğuna mı dönmeye karar verdin?" Yok mevzu o değil, burdan başka bi yere gelicem az bekle! ;)


Sevdiğim insan, bu tatilin tarihlerini belli ettiğinde bir de dedi ki bak o zamanda Edinburgh'da festival var imiş! Açtım baktım bir de ne göreyim! Dünyanın en meşhur tiyatro festivalinin orta yerine düşecekmişiz meğer. Cahilliğimi mazur görünüz vallahi öncesinde bilmiyordum. Fakat bilmemenin değil öğrenmemenin ayıp olduğunu atalarından öğrenmiş bir gençliğin üyesi olduğumdan bunu da söylemekten çekinmiyorum.


Neyse seyahatimizin diğer muhteşem ve akıl almaz detaylarını başka bir sohbete bırakıyorum ve size biraz Edinburgh'daki festivallerden bahsetmek istiyorum.Festivaller mi ? Evet festivaller, festival değil! Meğer yılın en festival zamanı Ağustosmuş Edinburgh'da. Hazır o festivale gelen bize de katılsın diye festival üstüne festival türemiş. (Çok özür dileyerek araya iğrenç bir espri atmak istiyorum ; Edinburgh, festival gibisin katılmak istiyorum!)

Önce kitabi bilgiler ile girizgahımızı yapalım, sonrasında bireysel izlenimler ve izlenen oyunlarla devam edelim derim ;


Efendiiiimmm çok seyirlik bir şehir olan Edinburgh'da yıl 1947.. İkinci dünya savaşı sonrası dünya insanları üzerlerindeki ölü toprağını atsın da bi kendine gelsin diyerekten Glyndebourne Opera müdürü beyfendi Rudolf Bing ilk festivali organize etmiş. Bu festivalimiz Edinburgh International Festival.

Çok ilgi çeken ve uluslararası grupların da yer aldığı bu festivalin ilk yılında davet almayan 8 tiyatro ekibi isyan bayrağını çekmiş! Resmi festival programının içerisinde yer alamayan gruplar yine de gösterilerini bir yerlerde sergiler hale gelmişler. Yani bir resmi International Festival var iken bir de isyancıların gösterileri yer almaktaymış aynı zamanlarda. Sonunda 1959 yılında Festival Fringe Society kurulmuş ve Fringe Festivali de International Festival ile aynı zamanda perde açan bir alternatif festival haline gelmiş!


Seyahat öncesinden internetten araştırıp soruştururken Fringe'den hiç haberim yoktu. Zira internette de Edinburgh Festival diye arayınca tek çıkan ana resmi festival. Ben de oradan hareketle 21pound ön ödemeli olaraktan 1 oyuna bilet aldım. "Gulliver's Travels" biletimiz cebimizde Edinburgh yollarına koyulduk. Şehire bir girdik kiiiiiiiii gözlerime inanamadım. Şehrin ana caddesinde inanılmaz bir tanıtım yarışı! Tam bir karnaval havası.. Onlarca farklı ekip oyunlarını tanıtmak için enteresan kılıklar içerisinde ilgi çekme yarışındalar.. Süper renkli bir görüntü. Biletimizin bilet halini almak için bilet satış noktasına gittiğimizde soruverdik oradaki görevli arkadaşa ; "Yahu her taraf festival, nedir bu olay şimdi biz hangi festivaldeyiz?" Görevli genç arkadaşımız bir iç çekti ve acıklı bir bakışla dedi ki ; "aslında ana festival biziz fakat bu tarihlerde ülkeye gelen bu kadar sanat sever varken bu fırsatı kaçırmak istemeyen ekipler alternatif bir festival yapıyor - Fringe. Ve maalesef zamanla bu küçük organizasyonlar çok büyüdü ve International Festival'ın önüne geçti.."


Biz ise bireysel ve kurumsal olarak bu durumu analiz ettik.. İki festivalden de oyunlar izledik. Hatta orada geçirdiğimiz 3 gün boyunca gördük ki sadece 2 değil daha birçok festival var. Sonunda hepsinin isimlerini öğrenmeye çalışmaktan vazgeçtik :)

Aslında burada mühim olan festivalin adı değil tadı! O da vallahi damağımızda kaldı!


2,5 günün boyunca şehri hayretlerle izledim. Yılın en kalabalık zamanı.. Hava şahane.. Güneşli ve serin, arada yağmur atıştırmalı.. Gün boyunca sokaklarda gösteriler, oyunlar, müzisyenler..Broşürler, biletler.. Viskiler, biralar.. çeşit çeşit sahneler, mekanlar.. Akşamları etekli amcalardan oluşan ulusal bandoların gösterileri..

İşte sayın okuyucularım genel festival havası böyleydi.. Peki neler izledik ? International'da bir tek Gulliver'in Gezileri'ni izledik, Romanya'dan bir ekip tarafından sergilendi.
Fringe kapsamındaki yüzlerce oyundan da Machinal, Love and Understanding, The Day The Sky Turned Black, Closer izleyebildiklerimiz oldu.. İtiraf etmek gerekirse çok daha fazlasını izleyebilirdik.. Neyse bu da ilk yılın acemiliği oldu :) Oyunlarla ilgili detaylar ise bir sonraki yazının konusu!


Bu arada Fringe festivalinde ekip olarak yer almak hiç de zor değil! Yalnızca masraflarınızı kendinizin karşılıyor olması gerekiyor. Size mekanı veriyolar, tanıtım olanağı veriyolar ve duyduğum kadarıyla mekan kirası olarak çok cüzi bir talepleri oluyormuş. Satılan biletlerin paraları ise size kalıyor. Tabii bir de oyunu ingilizce icra ediyor olmak gerekir :) Detaylı bilgi için www.edfringe.com adresini inceleyebilirsiniz yahut bana sormak istedikleriniz olursa mail atabilirsiniz :)

Tatilin devamında bir de Shakespeare Globe'da III. Richard izledik ki dillere destan! Ondan da bahsedicem.. Takip etmeye devam.. ;)  

22 Mart 2012 Perşembe

TETİKÇİ - KATİL YARATMA SANATI

Avare gezmeklerle geçen bir pazar gününün akşam 7’sinde kendimizi İkinci Kat’a attık. Oyunun hemen öncesinde Can’la beraber Manda Batmaz kahvelerimizi yudumladık ve Tetikçi’yi izlemek için sahnede yerimizi aldık.

8 Ocak’ta prömiyer yapan oyunu ilk gününden bu yana çok duymuştum, neyse ki bu sefer araya yıllar girmeden gidebildim! Oyuna girmeden önce de oyunla ilgili tek bildiğin Hrant Dink suikastıyla ilintili olduğuydu..


Oyunu yazan ve yöneten Ebru Nihan Celkan, Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in “Bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamalı” sözleri üzerine almış kalemi eline. Ve bu karanlığı sorgulamış..

Oyun kişisi İbrahim bir örgütün parçası.. Sokakta adeta keşfettiği saf genç kişileri alıyor ve adım adım örerek örgütün parçası haline getiriyor. Aç adamı alıyor, besliyor, ev veriyor ve kendine bağ(ım)lı hale getiriyor. Sonra da veriyor silahı ellerine salıyor düşman saydıklarının üstüne.


Fakat sadece İbrahim değil, devletin parçaları da bu hareketin dişlisi.. Maviler ve yeşiller de.. Kafalarına girdikleri aç gençlerin cebine bayrak ve kitap koyuyor ve vatan, millet uğruna göreve yolluyorlar..

Cem Ali Varto’lu.. Muş – Varto! Kafasının bir yerlerinde karşı çıkıyor bu olanlara.. Çıkmak istiyor, memleketine dönüp iş kurmak, faydalı olmak istiyor. O sırada İbrahim geliyor ve “ben söylemedikçe o okul bitmeyecek, bu işlere giriş var çıkış yoktur” diyor. En nihayetinde Cem Ali eline silah almasa da aldırıyor..


Diğer yandan örgütün içi de başka bir pislik yuvası.. An geliyor kendi büyüttüğünün tehdidine maruz kalıyor büyük başlar. Kendine gidecek ülke beğenmekte zorluk çeken azmettirici, ülkesini beğenmekten öte kendini beğenmişliğin sınırlarında geziniyor.. Ve sorgu sırasında şöyle diyor karşısındakilere “.. Entel takımının ağzı açıldı şimdi. Eee noolucak ? Biraz konuşucaklar, bikaç karanfil bırakıcaklar oraya buraya. Sonra unutucaklar! Ölmeden önce bu adamı tanıyan mı vardı sanki?...” (oyundaki kelimeler tam olarak bunlar değildi – yazarın affına sığınıyorum!)

BuluTiyatro ise oyunun konusunu şöyle özetliyor ; “Küçük bir şehirde başlayıp büyük bir cinayetle sonuçlanan bir suikast….Yoksulluk ve yoksunluğun ‘memleket meselesi’ ile ‘erkeklik’ ve ‘kahramanlık’ ile örtülme ve örülme halleri….Tetikçi, Türkiye’de yaşamaya alıştırıldığımız suikastleri, çocuklardan katil üreten kahramanlıkları tartışıyor.”


Ve sonunda Umut kahraman oluyor! Çünkü sanıyor ki sevdiği kız televizyonda görürse onu da sevecek.. Tıpkı ünlüleri sevdiği gibi..


Oyun çok güzel kurgulanmış ve bize bildiklerimizi başka yerden anlatıyor.. Ya da bildiğimizi sandıklarımızı.. Oyunculuklar çok başarılı. Özellikle İbrahim rolündeki Özgürcan Çevik karakterinin çok derinlerine inmiş, anlamış ve başarılı şekilde aktarıyor anlamamızı istediklerini. Eyüp Emre Uçaray da sahnenin en başarılı oyuncularından. Şive dolayısıyla konuşmasını anlamakta bazen zorlansak da aslında çok gerçekçi oynuyor. Gülce Oral’ın canlandırdığı karakter, “Güzel Şeyler Bizim Tarafta” oyunundaki Öykü Karayel’in canlandırdığı karaktere biraz fazla benzemiş ama oyun içerisinde sırıtmıyor. Belki iki oyuncunun tipleri benzediği için bende öyle bir anımsama yaratmış da olabilir tabii bilemiyorum.. Zamanında aynı sahneye ayak bastığım Barış Gönenen ise karakterindeki değişimleri çok başarılı veriyor.


Oyunun sahne akışlarında zaman geçişleri görüyoruz. Bence bu reji oyunu daha izlenir hale getirmiş. Ayrıca mevzuyu idrak konusunda da bize kafayı çalıştırtıyor. Geçişlerde belli işaretler olmadığı için bazen algıda zorluk olabiliyor ama benim hoşuma gitti açıkçası : )

Gerçekten de projeye dokunanların ellerini sıkıp tebrik edesim var! Popüler deyişle kanayan yaraya parmak basıyorlar.. Üstelik değindikleri sadece Hrant Dink değil, yıllardır gözümüzün önünde işlenen onlarca cinayet!

Ebru Nihan Celkan’ın ise yazdığı ilk oyun bu değil! Daha önce Tiyatro 0.2 tarafından oynanan “17.31” ve Devlet Tiyatroları repertuarında olan “Kabuklu Süprizli Hayvanlar” yazarın diğer oyunları. “Tetikçi” ise 2007 yılında yazılmış ve Mitos-Boyut Yayınları’nın oyun yazma yarışmasında ödül almış.

Oyun çıkışında hissedebileceğiniz suçluluk duygusunu göze alın ve bu oyunu izleyin!


TETİKÇİ – BuluTiyatro

Yazan & Yöneten: Ebru Nihan Celkan
Yardımcı Yönetmen: İpek Banu Kılar
Oynayanlar: Özgürcan Çevik, Özge Ertem, Güney Zeki Göker, Barış Gönenen, Aslı Can Kortan, Ararat Mor, Gülce Oral, Fatih Özkan, Eyüp Emre Uçaray

1 Mart 2012 Perşembe

YALNIZ BATI – TİYATRO YAN ETKİ

Sevgili dostum OnurS ile üst üste oyun izlediğimiz zamanlardı.. Birkaç ay öncesine uzanayım şööyylee ve İkinci Kat’ta izlediğimiz Yalnız Batı’dan bahsedeyim sizlere..

İkinci Kat bu yıl 3’er aylık programlarını ardı ardına yayınlayarak bizleri hayrete düşürdü. Üstelik çoğu oyunları da bol seyircili oynanıyor. Bunu görmek mutluluk verici!

Biz de bir zamandır çevremizden dinlediğimiz Yalnız Batı’yı kendi gözlerimizle görmek için gittik İkinci Kat’a. Hakkaten binanın ikinci kattında olan mekan yine kalabalık, yine kalabalık!


Yalnız Batı Martin McDonagh tarafından kaleme alınan Galway Üçlemesi’nin üçüncü oyunu. Toplumu anlatan kara komediler yazmak için kaleme sarılan yazarın üçlemesinin ilk oyunu Leenane’nin Güzellik Kraliçesi” ikincisi ise Connemara’daki Kafatası. İzlediğimiz oyun Yalnız Batı’yı Türkçe’ye kazandıran kişi ise Elif Baş.

Valane ve Coleman babaları henüz ölmüş iki kardeş. Cenazeden eve geliyorlar ve hiçbirşey olmamışcasına hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar. Babalarından onlara bulaşan nefret, ikili arasında sürekli bir çekişme ile gün yüzüne çıkıyor. Takıntılı Valane ve umarsız Coleman neredeyse hiçbir konuda anlaşamıyor. Hayatlarını sürdürdükleri eski ev Valane’in takıntılı olduğu aziz heykelcikleriyle dolu. Ama Valane sadece bu heykelciklere değil evdeki tüm eşyalara takık durumda. Ve onun olan her şey sadece onun! Kardeşi bile olsa kimseyle paylaşmaz!


Peder Welsh ise dünyadaki kötülüklerle baş etmeye çabalıyor fakat başarısız olduğunu düşünüp vicdanı tarafından köşeye sıkıştırılıyor. Daimi kavgalı iki kardeşi barıştırmayı kendine amaç ediniyor ve diyor ki; “Kardeşleri barıştıramazsak, dünya barışını nasıl sağlarız?” Fakat kasabada tek sorun bu iki kardeşin kavgaları değil. Valane’nin sözü durumu özetliyor aslında ; “Peder harika bir cemaatin var biliyor musun, biri karısının kafasına balta saplamış, diğeri annesinin beynini patlatmış ve sen bu insanlarla tatlı tatlı sohbet ediyorsun. Ne güzel.”

Herkesin yalnız olduğu bu dünyada Girleen ise istediği şeyler elde etmek için her şeyi yapabilecek birisi. Kimin eli kimin cebinde durumu olan kasabada herkes gibi birisi aslında o da. Herkes kadar yalnız.


Ve pederin duruma isyanı şu sözlerle anlatılıyor ; “Bu nasıl bir kasaba böyle? Kardeşler kavga ediyor, genç kızlar içki satıyor , iki şerefsiz katil elini kolunu sallaya sallaya geziyor?”

Bu karamsar durumu bize aktaran oyun çok doğal seyrediyor. Bize hayattan bir kesit sunuyor ve illa da bir mesaj vermek için kör göze parmak yapmıyor. Oyunculuklar da buna yaraşır bir doğallıkta. İşin komedi kısmı ise bence bu doğallık sayesinde daha çok ortaya çıkıyor.


Valane’in aşırı takıntılı halini Faruk Barman şahane aktarıyor, tam bir obsesif karakter izliyoruz kendisinden. Coleman’ı oynayan Deniz Karaoğlu ile sinerjileri de çok iyi. İki karakterin çatışmasını çok izlenesi ve tempoyu kaybetmeden veriyorlar. Peder Welsh rolündeki Mahmut Muratyazıcıoğlu karakteri bütün detaylarıyla bize aktarıyor. Girleen rolündeki Damla Sönmez ise oyundaki tek bayan karakter olarak sahneye renk katıyor, bu kara dünyadaki kadın bakışını bize başarıyla aktarıyor.

Tiyatro Yan Etki yeni oyunları Cam Yapraklar'ı da İkinci Kat’ta sahnelemeye başladı. Dolayısıyla Yalnız Batı’nın programdaki ağırlığı biraz azaldı. Oyun programdan çıkmadan biran önce gidip izlemenizi önermekteyim. Gidin ve biraz gülün, eğlenin!

YALNIZ BATI / TİYATRO YAN ETKİ

Yazan: Martin McDonagh

Yöneten: Serkan Üstüner

Çeviren: Elif Baş

Oynayanlar: Deniz Karaoğlu, Faruk Barman, Murat Mahmutyazıcıoğlu, Damla Sönmez

26 Şubat 2012 Pazar

YANIK – “BİRLİKTE OLDUĞUMUZ SÜRECE HERŞEY YOLUNDA!”

Tek başıma oyun izlemenin keyfi bir başkadır benim için.. Salona girene kadarki zamanda oyuna ısınırım bir kere. Broşür incelerim, fuaye fotoğraflarına bakarım, oyuncuları incelerim, seyircileri incelerim..

Yine aldım başımı gittim bir oyuna geçenlerde. Bir arkadaşımın tavsiyesiyle, Yanık için bilet aldığımda sıcacık evimde oturmakta ve oyun araştırmaktaydım. Daha önce kendisinin tavsiyesiyle izleyip beğendiğim Günlük Müstehcen Sırlar’ın ardından bu oyun için pek tereddüt ettim diyemem!

Oyun günü işten çıkıp aheste bir şekilde Cevahir Alışveriş Merkezi’ne doğru yürüdüm.. Soğuk yüzüme vurdu kendime geldim, işten sıyrıldım, kafamı boşalttım ve o da ne! Cevahir yine tıklım tıklım! Ne var şurada hala anlayamadım ama ne zaman gitsem iğne atsan yere düşmez kıvamında kalabalık.

Devlet Tiyatroları sahnesine doğru usulca yürüdüm, biletimi aldım ve salon kenarında ısınmaya başladım. Dedim ki bir broşür alsam elime de okusam oyuna girmeden.. Fakat bir de baktım broşür satılık! Broşür de değil de, oyun kitapçığı tadında, dergi boyutunda bir basılı yayın. Çıkışta alırım diyerek oradan az uzaklaşıp, fuaye fotoğraflarına doğru harekete geçtim. Onları gözden geçirdikten sonraaa salona girdim, en ön sıradaki yerimi aldım ve dekoru süzmeye başladım. Derkeeeennn DT karizmasıyla ‘gonk’ seslerini duyduk veee oyun başladı..


“Yanık” oyunu çok uzun zamandır değil, 20 Ekim’den bu yana sahneleniyor Devlet Tiyatroları’nda. Bu kadar zamanda adını sanını oldukça duymamızı sağladı. Hakkında pek kötü şeyler okumadığım ve sıklıkla sosyal mecralarda adı geçen oyunun yazarı Wajdi Mouawad. Kendisi Lübnan doğumlu ve iç savaşı bütün kötü yüzüyle yaşamış, ülkesinden göçmek zorunda kalmış bir tiyatro insanı. “Yanık” da bir iç savaş anlatısı..


Janine ve Simon.. İki kardeş, ikizler. Nefretle sevginin iç içe geçtiği duygularla bağlandıkları anneleri ölür ve onlara birer mektup bırakır.. Öldü sandıkları babalarını ve varlığından hiç haberdar olmadıkları ağabeylerini bulmalarını ister.. Bu istek karşısında şaşkına dönen ikizler ise yıllardır tek kelime etmemiş, sessizliğe bürünmüş ve bir cümleyle ölmüş annelerine nefret beslemekte, onları sevgisiz büyüttüğü için öfke duymaktadırlar.. Ama yine de bu onları annelerinin geçmişine gitmekten alıkoymaz..


Nevval.. Bir adam sever.. Vahap.. Nevval’in sevdalısıdır.. İki aşığı birbirinden ayıran ise aslında aşklarının ta kendisidir.. Bu ayrılık Nevval’i savaşın göbeğine sürükler.. Acılara şahit olan, acıları dindirmek için çabalayan Nevval ve yol arkadaşı Sevda, savaşın orta yerinde verdikleri bu mücadelede acıyı tatmaktan kaçamayacaktır..

"Zaman kafası kesilmiş bir tavuk gibi çılgınca bir o yana, bir bu yana koşuyor, kesik boynundan kan fışkırıyor ve biz o kanda boğuluyoruz.."

Oyun biraz uzun, 3 saat kadar sürüyor. İtiraf etmek gerek ki temponun düştüğü bölümler vardı. Sembolik sahneler (misal, doğum sahnesi) çok zekice kurgulanmıştı. Ve şahane de bir finali vardı! Dikkat! Kanınız donabilir, tüyleriniz diken diken olabilir!


Nevval’in üç dönemini canlandıran Iraz Yöntem, Fatma Öney ve Emel Göksu Keleş karakterin derinliklerini çok iyi analiz etmişler ve seyirciye geçirmeyi başarıyorlar. Hayatın Nevval’de bıraktığı tüm izleri oyun bittiğinde bizim içimizde bırakıp gidiyorlar.


Oyun çıkışında almaktan kendimi alıkoyamadığım kitapçıkta ise oyunla ilgili ilginç bir noktadan bahsediliyor. Yazar Mouawad, oyunun Lübnan’daki sahnelemesinin yaratım sürecinde oyuncularını doğaçlama yapmaları için serbest bırakıyor ve oyunun metni bu şekilde ortaya çıkıyor.. Yani iç savaşı gerçekten yaşamış kişilerin içindeki duygularla örülüyor ve oluşuyor metin.. Kitapçık diyor ki ; “Kelime işçiliği için düşünülmüş ve teknik olarak kurgulanmışsa bile bu küçük detay bizi çarpıcı bir gerçeğin karşısına çıkarır. Lübnan’da yaşanan savaş öylesine yoğun ve dolu acılar içerir ki , olayların yalnızca üzerinden geçmek, olayları yalnızca canlandırmak bile kendiliğinden şiirsel olana ulaştırır kişiyi...”

Oyun 2010 yılında sinemaya da aktarılmış. Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve tarafından sinemaya “İçimdeki Yangın” adıyla aktarılan film, en iyi yabancı film dalında Oscar’a aday gösterilmiş.

Bir süredir ihmal ettiğimi düşünüp üzüldüğüm Devlet Tiyatroları ile tekrar yan yana gelmemi sağladı “Yanık”. Oyunun can alıcı cümlelerinden birinde de dediği gibi “Birlikte olduğumuz sürece her şey yolunda” : )

Size son lafım da şudur ki, bu oyunu kaçırmayın!

YANIK / İstanbul Devlet Tiyatroları

Yazar: Wadji Mouwad
Yönetmen : Cem Emüler
Çeviren : Cem Emüler
Dramaturg : Egemen Arslan
Dekor Tasarım : Ali Cem Köroğlu
Kostüm Tasarım : Ali Cem Köroğlu
Işık Tasarım : Akın Yılmaz
Müzik : Koray Kahraman
Yönetmen Asistanı : Tansel Öngel

Oyuncular
Fatma Öney, Tansel Öngel, Murat Karasu, Emel Göksu Keleş, Iraz Yöntem, Gökçe Erinç, Veda Yurtsever İpek, Engin Şahin, Atilla Can Çelebi, Fatih Sarı