11 Aralık 2010 Cumartesi

HAMARTIA OLYMPOS'A VARACAK MI ?

Bu projeyi nasıl yazsam ne zaman yazsam, hatta yazsam mı yazmasam mı diye çok düşündüm.. Neden mi ? Çünkü bugüne kadar hep izlediğim oyunlarla ilgili yorumlarımı ilettim. Bugün ise size bir oyunla ilgili sadece bilgi vericem.

Hamartia’nın Yolculuğu kıyısından köşesinden elimin deydiği bir oyun olduğu için yorum yazmam pek mümkün değil, zira pek objektif olamam. Fakat sizleri bu projeden habersiz bırakmak da haksızlık olur diye düşündüğümden, oyunla ilgili genel bir bilgilendirme yapıcam..

Hamartia’nın Yolculuğu Tiyatro Açıkça’da Barış Kıralioğlu tarafından yönetilen bir oyun. Metin ilk kez oyunlaştırılıyor.. 2. Mitos Boyut Oyun Yazma Yarışmasından ödüllü oyun, Hülya İniş tarafından yazılmış..


Barış bu metni eline yeni almaya başladığı sıralarda kendisiyle birtakım sohbetler şakalar yapmıştık.. Yaz rehavetine girmiş bir yönetmen-oyuncu olarak Barış projeyle ilgili inanılmaz heyecan içerisindeydi..Bu zamanların üstünden yaklaşık 4-5 ay geçti ve Barış hala heycanlı :)

Bu oyun Barış Kıralioğlu’nun Tiyatro Açıkça’da yönettiği ikinci oyun..Çalıştırdığı lise ve üniversite tiyatrolarını da düşününce bu gencecik yaşta yaptığı başarılı işlere şaşmamak mümkün değil..Hayatını tiyatroya adamış bir adam Barış Kıralioğlu..Zaman zaman isyan eden, zaman zaman heyecandan ‘hart atak’ sınırına gelen, değişik fikirleri ve uygulamalarıyla tiyatroda yeni bir soluk olmaya aday bir yönetmen..


Hamartia’nın Yolculuğu için müzikler Murat Bavli’nin elinden çıkyor.. Yıllardır birçok başarılı oyun müziğine imzasını atmış ve aynı zamanda Şehir Tiyatroları’nda oyuncu olan Murat Bavli inanılmaz bir enerji ve hevesle çalışıyor ve çalıştırıyor.

Koreografiler Anı Sağkan imzası taşıyor.. Anı Sağkan da Murat Bavli'nin eski bir öğrencisi ve yıllar sonra ikiliyi bu proje karşılaştırıyor. Birbirlerini hatırladıkları ilk anı görmeniz lazımdı! :)


Projeyle ilgili aynı heyecanı paylaşan Tiyatro Açıkça’nın genç ekibiyle çıkıyor bu yola Hamartia. Yaklaşık bir buçuk aylık prova süreci geçiriliyor. Çok yoğun, stresli, eğlenceli bu sürecin ardından sahnenin tozunu attıran ekip, yeni yerleşkeleri Öykü Sahne’de başlıyor oyunlarını sergilemeye..Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi de ikinci adresleri..


Oyun şu durumdan ibaret ; İnsanoğlu Hamartia, BaşTanrı Zeus’a kafa tutmak için çıkıyor Olympos yoluna. Çünkü Tanrılar arasındaki husumetten dolayı insanoğlu kuraklık, açlık sefalet çekmekte. Birinin çıkıp hesap sorması gerek! Hamartia isyan bayrağını çekiyor ve Zeus’a ulaşmak için yola çıkıyor. Bunu haber alan Zeus ise Hamartia’yı yolundan alıkoymak için binbir yol arıyor ve Tanrılarını tek tek görevlendiriyor.


Oyunda çok önemli iki durum var. Birincisi müziklerin canlı icra ediliyor olması. 1 profesyonel müzisyen dışındaki orklestra ise oyunculardan oluşuyor. İkincisi 8 kişiden oluşan koro elemanları. Oyunu kat ve kat eğlenceli hale getiren bu ele avuca sığmaz koro elemanları kostümleri ve masklarıyla sahneyi şenlendiriyorlar.

Yönetmen Barış Kıralioğlu da konuk oyuncu kıvamında yer alıyor oyunda :)


Hatta bir süpriz daha var oyunda..Ama bunu sizinle paylaşmazsam süpriz olarak kalabilir değil miiii ? Oyundan size çok da güzel bir hatıra kalıyor. Bu kadarcık ipucu vereyim, izlemeye gittiğinizde anlarsınız ;)


Tiyatro Açıkça yeni mekanı Öykü Sahne’de Hamartia’yı seyirciye sunmaya devam ediyor. Aralık ayı içerisinde 11 Aralıkta Öykü Sahne’de, 16 Aralıkta Barış Manço Kültür Merkezi’nde oyunu izleyebilirsiniz.

Bu arada ; Öykü Sahne’nin yerini bulmakta zorlanan bazı arkadaşlar olduğu çalındı kulağıma. İnternet sitesi www.oykusahne.com dan bilgi alabilirsiniz. Ya da en klasik tarifiyle ben size tarif edebilirim :)

Kadıköy Rexx Sineması’nın biraz yukarısında bir Burger King var. Onun tam karşısındaki pasajdan içeri giriyorsunuz, koridorun sonunda sağdaki kapıdan giriyorsunuz. Ve orası Öykü Sahne!

HAMARTIA'NIN YOLCULUĞU

Yazar: Hülya KOPER
Yönetmen: Barış KIRALİOĞLU

Süpervizör: Macit KOPER

Müzik: Murat BAVLİ Koreografi: Anı SAĞKAN Kostüm: Aygül Kostümevi
Afiş Tasarım: Fuat ÖZSEZER

Oyuncular: Onur SARIGÜL, Ömercan GÜLDAL, Ali KAKKAÇ, Ceren GÜCÜKATALAK, Burkay DOKUYUCU, Ecem ÖZTÜRK, Itır ZEREN, Ayça AKDOĞAN, Nihat ÇAKIR, Murat Coşkun, Seçil ERKAN, Burkay KALYON ve Barış KIRALİOĞLU

Orkestra: Ömercan GÜLDAL (Gitar), Sedat KARAÇAY (Bağlama), Ceren GÜCÜKATALAK (Bas Gitar), Onur SARIGÜL (Davul)

1 Aralık 2010 Çarşamba

HANGİMİZ AKILLI ? HANGİMİZ DELİ ? "MARAT-SADE"

Bu yazıyı bu kadar geciktirdiğim için kendimle iç savaş halindeyim sayın dostlar! İş değişikliğim sebebiyle birkaç gündür yatışlardayım ve miskinleşmiş durumdayım. Herşeyin bundan kaynaklandığını düşünmekteyim ve geçici olduğu konusunda kendimle hemfikirim.

Neyseeee, bir prömiyer daha geçti üstümüzden..Belki üstümüzden bir de gala geçer :) Kimbilirrr!

Prömiyer girişi tabii ki ünlü simalar, tiyatro camiasından isimler, şehir tiyatrolarının yarısı mekanda yer almakta..Girişte herkese hoşgeldiniz demek ister bir heyecanla yolu tıkayan sayın yönetmen Ragıp Yavuz... (amanın ne dedim ben!) Yok yok kötü bişi demedim, şaka :)

Sevdiceğimle montlarımızı ücretsiz vestiyere teslim ettikten hemen sonra elimize broşür alıp yerimize doğru ilerliyoruz. Bileti biraz geç aldığım için sıra 12’den izliyoruz, aksi gibi benim gözler de bu ara biraz sorunlu. İçeri girerken görüyorum ki ön oyun çoktan başlamış, deliler ahalisi sahnede dolaşmakta.. Ön oyun kaçırmayı hiç sevmem, bilsem kapılar açılır açılmaz girerdim ama yine de geç kalmış değiliz. Hemen Burçak Çöllü’yü görüyor gözlerimiz – algıda seçicilik.. Ayyyy diyorum bi duygulanıyorum onu orda görünce!

Ortalığı kolaçan ettikten sonra broşürü okumaya girişiyorum Sade ile ilgili kısmı okuyup Marat’dan da birkaç satır okumuşkeennnnn...

Peerrrddeeee! Diyemiyoruz tabi! Çünkü sahne ön oyunla başladı! :) Neyse efenim oyun başlıyor.. Bay Coulmier ve hanımı bizi selamlıyor ve aramızda yol alarak sahneye doğru ilerliyor..


Oyunun tam adı ; “Jean Paul Marat’nın Takibi Ve Öldürülüşünün Charanton Akıl Hastanesi Oyuncuları Tarafından Marquis De Sade Yönetiminde Temsili” Ne kadar hoş değil mi ? :) Tam adından da anlaşıldığı gibi oyun bir akıl hastanesinde geçiyor, Sade tarafından, Marat’nın anlatıldığı bir oyun yönetiliyor.Oyuncular tabii ki akıl hastalarııı!!İşin eğlenceli yanı da burda zaten :)



Marat iflah olmaz bir devrimci..Fransız devriminde ön saflarda yer almış..Süreç onu tahmin edilemeyen yerlere getiriyor, bir de hastalık vuruyor ve kendisini bir banyo küvetine hapsolmuş buluveriyor..(bunları rahat rahat yazıyorum çünkü broşürde de yer alan bilgiler, yani spoiler değil) Bu devrimci ruh karşısındaki Sade ise sadizme adını veren, sapık ve sakıncalı eğilimleri yüzünden hapishanelerle oldukça samimi olan bir yazar-yönetmen. Devrimin kişisel çıkarlarına zarar vermesiyle yöneldiği bireycilik ile Marat’yı sorgulayan Charanton sakini..


Oyunda gözümüze gözümüze sokulan şu cümle halen beynimde yankılanmakta “Önemli olan, insanın kendi kendini saçlarından kavrayıp ayağa kaldırması, kendini bir eldiven gibi ters yüz edip, evrene yepyeni gözlerle bakmasıdır..” Ragıp Yavuz ise bu sözün ardından şöyle devam ediyor broşürde ; “İnsan, ister istemez “Nasıl?” diye sorabilir. P. Weiss, oyunda bunu yanıtlamayı bilgece reddediyor. Bizi, zıtlar arasında ilişki kurmaya ve çelişkilerle yüzleşmeye zorluyor. Bir tek şeyin tanımlamasını yapmak yerine, farklı anlamlar arıyor ve yanıt bulma yükümlülüğünü de “ait” olduğu yere teslim ediyor. Bize...”



Kocaman bir ekibin çalışması sonuc, izlemesi çok keyifli bir iş çıkmış ortaya..Ben 2 perde ve 2,5 saate yakın süren oyunu eğlenerek seyrettim..Yalnız sizlere çok çok önemli bir önerim var ey dostlar! Beni iyi dinleyin! Siz siz olun oyun başlamdan önce mutlaka broşürdeki yazıları okuyun. Marat ve Sade hakkında ön bilgi almak ziyadesiyle gerekli..Ben tam bitiremediğim ve bu bilinçle okuyamadığım için bazen bir miktar zorlandım anlamakta. Eğer okumuş olsaydım daha bir su gibi akacaktı oyun beynimde.. Ama oyunu ikinci kez izliycem tabii :)

Yine de çok abartmış olmıyım, oyun anlaşılmaz falan değil ha! Sadece işinizi kolaylaştırır önceden broşürü incelemek..Eee zaten o güzelim kitapçık da bunun için hazırlanmıyor mu ?



Oyunculara gelicek olursaammm..İşte en keyifli kısım :) Ben bir Yeşim Koçak hayranıyım. Beni burda da hayal kırıklığına uğratmadı saolsun.. Hayır canım tabii ki herkesten tek tek bahsetmiycem :) Benim için öne çıkan birkaç ismi zikredicem sadece.. Selim Can Yalçın deliler arasında biraz daha farklı bir deliydi, bizi eğlendirdi :) Charlotte Corday’ı canlandıran Özge Özder’in de rolünün hakkını verdiğini düşünüyorum :)


Vee Çağlar Çorumlu! Yine harikalar yaratmış, yine performansıyla göz dolduruyor! Oyunda haberciyi oynuyor Çağlar, bize “epizortları” tanıtıyor..Sade’ın en yakın adamı, adeta sağ kolu :) Geçen yıl ödül de aldı..Bu yıl “Prensesin Uykusu”nda başrolü de aldı.. Başarılara doymayasın Çağlar Çorumlu! Eline sağlık..


Yine belirtiyorum, oyun bütünüyle çok izlenebilir olmuş..Müzikler süper üsturuplu yerlerde giriyor örneğin.. Tam Sade ve Marat atışıyorlar, az biraz bayıcak mı acaba beni deerrrken bir şarkı ile hoppala hoppala kendime geliyorum.. Çiğdem Erken elinize sağlık.. Çıkışta bir ufak tanıştım, el sıkıştım kendisiyle..Heycanlandım :)


Tabii prömiyer gereği bütün ekibi sahnede görme şansına eriştik..Ragıp Yavuz en son çıktı ve yüzünü ekibe dönüp selamını onlara verdi! Vaayy be dedim! Karizmaya bak!


Bu oyuna bu kadar yakınlaşmamı sağlayan Burçak Çöllü’ye de teşekkür ediyorum..O da çok çalıştı provalar boyunca, eee Çiğdem Erken de selamına Burçak Çöllü ile çıkıp jestini yaptı tabiii :) Provaların birine dahi gelemedim! Ama bu kimsenin suçu değil.. Benim suçum! Çok pişman ve üzgünüm..


Konuyu çok dağıtmadan toparlayayım, zaten ziyadesiyle uzun yazdım ki değinmediğim daha neler gelir sonradan aklıma! Görünen görünmeyen tüm kahramanlarıyla koosskoca bir ekip işi izleyeceğiniz bu oyun.. Bir çok oyunda olduğu gibi.. Ve Marat-Sade için emeği geçen herkese teşekkürler demek istiyorum!

Veee buyrun size provalardan da bir enstantene..






MARAT-SADE

Yazan : PETER WEISS
Çeviren : CENGİZ TUNCER
Yöneten : RAGIP YAVUZ
Koreografi : YASEMİN GEZGİN
Sahne Tasarımı : BARIŞ DİNÇEL
Işık Tasarımı : MURAT ÖZDEMİR
Kostüm Tasarımı : TOMRİS KUZU
Yönetmen Yardımcısı : C.AHHAN ŞENER-NURSELİ TIRIŞKAN-GÜN KOPER
OYUNCULAR
ALİ MERT YAVUZCAN, ALTUĞ KUTLUĞ, ASLIHAN KANDEMIR, BAHAR ÖZGE GÖZE, BURÇAK ÇÖLLÜ, CENGIZ TANGÖR, ÇAĞLAR ÇORUMLU, ÇAĞRI ÖZGÜR HÜN, DOĞAN ALTINEL, ECE YILDIZ, ELİF ÖZGE ÖZDER, HAMİT ERENTÜRK, KUTAY KIRŞEHIRLIOĞLU, MURAT COŞKUNER, MURAT GARIPAĞAOĞLU , MURAT GÜREÇ, MUZAFFER BERIŞA, NURDAN GÜR, OKAN PATIRER, OZAN GÖZEL, ÖZGE O’NEİLL SARIMOLA, ÖZGÜR EFE ÖZYEŞİLPINAR, RADIFE BALTAOĞLU , REYHAN KARASU, SELIM CAN YALÇIN, SELİN TÜRKMEN, SENEM OLUZ, SERKAN BACAK, YASEMİN GÜVENÇ, YEŞİM KOÇAK, YILDIRIM FİKRET URAĞ

23 Kasım 2010 Salı

KAŞMER MEKTEBİ

Koskoca kasım ayı bu neden bu kadar kesat geçti benim için ? Kendime bu soruyu sorup duruyor ve cevaplar bulmaya çalışıyorum. Tabii bayram tatili biraz ket vurmadı değil, ama henüz ay da bitmeden harekete geçmek lazım!
Yazın ortasında “Neden Yazmıyorum?” diye kendime serzenişte bulunurken izlemede olduğum çalışmalar yavaştan su yüzüne çıktılar, sıraya koyuyorum yavaştan..

Macbeth dedim, biletler pek pahalı..Bir de izleyen dostlardan çok ahım şahım şeyler duymadığım için tadım kaçık, gidip de hayal kırıklığına uğramaktan korkuyorum..

Ragıp Yavuz – Çiğdem Erken dedim, Marat-Sade 24 Kasımda Muhsin Ertuğrul’da prömiyer yapıyor. Biletim cebimde!

Özlem Türkad projesi sanırım biraz ertelenmiş..

Tiyatro Açıkça’da Barış Kıralioğlu projesi bir sonraki yazımın konusu olacak, merakla bekleyin! :)

Peki ben size neyden bahsedicem ? Ben size “Kaşmer Mektebi” isimli doğaçlama tiyatro grubundan bahsedicem izninizle..

Doğaçlama Tiyatro pek bi gelişti günümüzde, Old City saolsun bu gösterilerin yaygınlaşmasında önemli rol oynadı. Sonra yavaştan salonlara da taşındı gösteriler. Benim popüler olarak bildiğim, Mahşer-i Cümbüş televizyonlarda boy gösterene kadar pek yaygın değildi bu işler. Belki de yaygındı ama sadece popüler değildi.




İşte Kaşmer Mektebi de 2009 yılında kurulmuş bir doğaçlama tiyatro grubu. Grubu toparlayan Ömercan Güldal ise Mahşer-i Cümbüş’ten almış dersini. Sonra da kendi grubunu kurmuş ve gitmiş OldCity’den gün kapmış.

Bu işte ekip olabilmek çok önemlidir bildiğiniz üzre..Beraber vakit geçirmek, bi bakıştan birbirini anlamak önemlidir ki doğaçlamalar aksın gitsin. İşte Kaşmer Mektebi’nde gördüğüm en önemli özellik buydu aslında. Çok enerjik ve güzel bir grup olmuşlar, dolayısıyla izleyiciyi oldukça eğlendirebiliyorlar.

Bildiğim üzre Kaşmer Mektebi her Pazar 19:30’da Taksim Old City’de gösterilerini icra etmekte. Bunun dışında Öykü Sahne’de de yer almaktalar. Aralık ayı programı için önümüzdeki günlerde www.oykusahne.com adresinden bilgi alabilirsiniz.

Ben şahsen kendilerini tiyatro sahnesinde 2 defa izledim. İkisinde de çok eğlendim :)

11 Kasım 2010 Perşembe

“İNSANI İNSANA KOLONLA ANLATAN TİYATRO”DAN “OBEB”

Fütursuzca ve şuursuzca bilet almıştım ve hatta oyuna 3 gün kala aldığım bileti hatırlayıp Eng’ye haber verdim. Dedim ben kendimden habersiz bilet almışım, o da dedi ki hadi gidelim o zaman. Taktım sevdiceğimi koluma düştük Kumbaracı Yokuşu’na..50 numaranın önünde durduk içeri girdik.


En son Kıyıya Oturmanın Böylesi’ni izlediğim salonun yerleşimi OBEB için değişik şekilde dizayn edilmişti, hatta “Merve Engin neden bu şekil ile oynamadı ki?” diye düşünmekten kendimizi alamadık. Zira kolon sorunu bir nebze ortadan kalkmış gibiydi.

Öncelikle belirtmek isterim ki bu kolon konusunu ele alan Kumbaracı50 ahalisinin tişörtlerine “Kumbaracı 50 , İnsanı insana kolonla anlatan tiyatro” yazdırması beni çok güldürdü. Sevdim kendilerinin bu esprili yaklaşımlarını

Günlerden pazartesi olması sebebiyle seyirci sayısı az olmakla beraber o seyreklikte bir tanıdık yüz görmek ilginç oldu. Yanıbaşımızda da Oyunbaz ekibinden bir oyuncu arkadaş ile ışıklar sönmeden az önce “oyuncuların birbirini Cumartesi oyunlarında izlemesi zor tabii” tadında bilmiş cümleler kurmaktaydık.

Veeee ışııııkkk! (Perde dediğin nedir ki ? Mazide kaldı o günler..)

Oyundan az önce oyunun toplam 135 dakika olduğunu farkedip, acaba afakanlar basar mı diye az biraz tereddüt etmiştik. Bu tereddütle seyre daldığımız oyun bizi aldı götürdü! Sıkılmak ne keliiiimee bildiğiniz bayaa eğlendik yahu! Obeb’in yazarı ve yöneteni Yiğit Sertdemir 2005 yılında yılın en başarılı oyun yazarı ödülünü almış. Üstelik bu onun bu başlıkta aldığı tek ödül de değil. Ben daha önce aynı zamanda kendisinin de rol aldığı 444 adlı oyunu izlemiştim. Tabii o zamanlar Kumbaracı50 yoktu, Oyuncular Tiyatro Kahve’de seyreylemiştik kendilerini. O zamandan gelen beğenimi perçinleyen bir oyun oldu OBEB.

Oyunun konusu şu şekilde özetleniyor ; “Oyun; 1970’li yıllarda bir psikolog ve yardımcısı tarafından, birbirinden farklı dört kadının psikodrama yöntemiyle, ‘merkezce’ belirlenen hedeflere yönlendirilmesini anlatan, ‘komplo teorisi’ üzerine kurulmuş bir komedidir.”


'OBEB’ hayatları yönetiyor, yönlendiriyor, en büyüğünden bölükler yaratıyor. Oyun sonundaki özdeşleştirmelerin bir kısmını anlayamadık ama anlasak süper olurdu. Ne biliyim oyun çıkışında bilgi mi verselerdi ? Yani tamam merak unsuru oldu, bi süre üstüne düşündüm falan ama kişileri tam bilebilseydim onları her gördüğümde de oyun aklıma gelirdi. :)

Bir dönüştürme projesini izliyoruz Altından Sonra ekibinden. 4 kadın, hiç olmadıkları insanlara dönüştürülüyorlar. Üstelik doktor bile olmayan biri ve sağır-dilsiz yardımcısı tarafından. İlk perdede kadınları tek tek tanıyoruz, bir yandan da unutmamak için ‘doktor’ bize resimli bir pano hazırlıyor. İkinci perdede ise bu kadınlar başkalarına dönüştüklerinde neler oluyor ona şahit oluyoruz. Tabii bu sırada baya gülüyoruz :)



Doktorcum biraz dil sürçmelerinden muzdaripti ama oyunculuk olarak iyiydi. Kadınları canlandıranlardan birinin yine 2005 yılında küçük salon en iyi kadın oyuncu ödülünü aldığını biliyordum ama kim olduğuna bakmadan girdim. Kendi kendime bir nevi küçük oyun işte :) Ama tam da üstüne basarak tahmin ettim ki Aslı Can Kortan! Çok beğendim, süperdi. Diğer kadınların da ondan aşağı kalır yanı yoktu, ama oyunda 2 kere gülme krizi vuku buldu. Hemen toparladılar, hatta biz de onlarla beraber güldük, oyunda da adı çok geçen ‘yabancılaştırma’ oldu bir nevi.

2004 yılından bu yana oynanıyor OBEB Altıdan Sonra tarafından. Hatta internet sitelerinde 2004-2006 sezonu oyunu olarak geçiyor. Sanırım Kumbaracı50’nin bize tekrar kazandırdığı bir proje olarak seyre açılıyor. Eski fototğraflara bakınca oyuncularda, kostümlerde, peruklarda ufak tefek değişiklikler görülüyor.



Yiğit Sertdemir’in 2006 yılındaki bir röportajını okudum az önce. O zamanlar Şehir Tiyatroları’nda oyuncu ve OBEB daha yepisyeni. Belki Kumbaracı50 gibi bir mekanı hayal eder durumdalar. İTÜ Güzel Sanatların sahnesinde prova aldıklarını, Maya’da oynadıklarını söylemiş. 5 yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz sorusuna şöyle cevap vermiş Yiğit Sertdemir ; “Geriye bakınca bizim için çok şey ifade ediyor ama ileriye baktığımda şimdiden bişeyler söylemesi güç.Bu aslında miras kalacak bir noktada bizim için..Altından Sonra devam etmesi gereken bir grup. Bunu sanırım zaman gösterecek.” Ve 5 yıl olmasına 3 ay kala bugün… ‘Altından Sonra’ artık kendi sahnesi olan, sahnesini konuk gruplarla paylaşan, ödüllü oyunlarını ödüllü oyuncularıyla oynayan ve büyük beğeni toplayan bir grup olarak yaşamına devam ediyor.

Kumbaracı Yokuşunda 50’den geriye sayarken oyuna girerkenki korkularımızı çook gerilerde bıraktığımızı farkettik. Gayet güzel 135 dakika geçirmiştik. Yine uzun olmasına rağmen keyifle izlediğim bir diğer oyun ‘Martı’nın oyuncularından birinin de yanımızda oturuyor olması saçma bir tesadüf değil miiiii ? :)

Netice ; OBEB’i herkese tavsiye ediyorum. Gidiniz, izleyiniz, görünüz.. Ne zaman izleyebileceğinizi yazıcaktım, bi baktım ki Kasımda başka oyun yokmuş.. Kumbaracı50 Aralık programını takip ediniz bi zahmet :)

Yiğit Sertdemir röportaj alıntısı : www.herkesetiyatro.com

30 Ekim 2010 Cumartesi

"KIYIYA OTURMANIN BÖYLESİ" VE MERVE ENGİN

Çok tanımadığım ama uzaktan sevdiğim Merve Engin’in ne olduğunu hiç tahmin edemediğim oyunu “Kıyıya Oturmanın Böylesi”nin prömiyerine uzman bir kadroyla teşrif ettik. Özellikle Burki, aramızda görmek istediğimiz ama nadir görebildiğimiz dostumuz olarak bizi mesud etti. Burçak dostumuz bizim için biletleri temin etmişti, biz de paşacık gibi gittik Kumbaracı50’ye. Uzun zamandır ilk defa, çok da bilinçli olmaksızın toplanan bu keyifli topluluk ile Kadıköy’den Kumabarcı50’ye giden yolda Karaköy’de ne yediğimizi anlatmıycam, ayıp denen bişi var!


Huyumuz olduğu üzre erkenden gittik Kumbaracı50’nin atmosferini soluduk. Giderek artan kalabalık içinde huysuzlanırken kapılar açıldııı ve numarasız olan yerlerden iyisine oturabimek için kıyın kıyın öne attım kendimi. Neticede en ortadan, sanırım en güzel yerden kaptık sandalyelerimizi.

Veeeee perdeeee! Diyyycemmm..Ama diyemiyorum Neden mi ?


Biz içeri girerken bir baktık Merve içerde bi yandan telefonla konuşuyo bi yandan dekorunu aksesuarını yerleştiriyo. Hmmm nedir bunun olayı derken derken bir baktık oyun başlamış! Meğersem Merve trafikte sıkışan diğer oyuncularla konuşuyomuş telefonda Efenim öğreniyoruz ki diğer 10 kişi gelemiyor, çaresiz iş başa düşüyor ve giyiyor kostümünü, alıyor eline masklarını Merve Engin.

Sahnenin teknik kurulumundan kaynaklanan birtakım sorunlar yaşandı, fakat saygılı oyuncumuz herkesin herşeyi açık ve net izleyebilmesini durumu oyuna da yedirerek mümkün kıldı.


Ben ilk defa Comedia Dell’arte izleyeceğim için ziyadesiyle meraklıydım. Oyun öncesinde de yüzeysel araştıma benzeri işlere girişmiştim ama çok başarılı olamamıştım. Ben de kendimi Merve Engin’in deneyimli kollarına bıraktım, on the job training meselesi gibi işi iş başında öğreneyim dedim.

Kıyıya Oturmanın Böylesi, birbirlerine delicesine aşık Lelio ve Flaminia’nın hikayesi. Lelio çıktığı bir gemi yolculuğunda kaza geçirir ve düştüğü adada Zampilla ile karşılaşır. Adada olanlar olurken Flaminia ise sevdiceğinin peşinden yollara düşer..

Comedia Gabriellina stili olan oyunda uşaklar, çiftimizin babaları, geminin kaptanı, gemi tayfası gibi sanırım 10 karakter var. Karakterlerin her biri birbirinden eğlenceli, birbirinden komik.Benim favorilerim Pantolone ve Zampilla! Zampilla’nın etkisinden hala çıkamadım Eng ile birbirimize “hı-hı-hı evet-evet-evet” diyerek dolaşıyoruz Bu şimdi size biraz manasız geldi tabii, oyunu izleyin ne demek istediğimi anlıycaksınız

Yazılacak o kadar çok şey var ki, oyunun büyüsünü kaçırırım diye ödüm kopuyo! Kısacası aslında oyun süper eğlenceli, ama bildiğiniz sıradan güldürülerden değil, belki hiç görmediğiniz bir tarzı da size sunuyor diğer yadan. Tek kişilik 10 karakterli bir gösteride hiçbir an “bu kimdi yaa? Pantolone Lelio’nun mu babasıydı ? Flaminia’nın uşağı hangisiydi?” benzeri sorularda boğulmuyorsunuz çünkü herşey masklarda ve aksesuarlarda açık ve net. Hikayeye kendinizi öyle kaptırıyorsunuz ki.. Hikaye de alengirli dolambaçlı bir hikaye değil, bildiğimiz gördüğümüz türden. Bildiğimizi bilmediğimiz bir yöntemle anlatıyor ve 50 dakika bizi çok eğlendiriyor Merve Engin.


Comedia Dell’arte’de bir kanava yazılırmış. Yani oyunun hikayesi. Kıyıya Oturmanın Böylesi’nin kanavasını, bu işin dünya çapındaki ustalarından ve Merve’nin de hocası olan Antonio Fava yazmış. Aynı zamanda maskları da hazırlamış ve oyunun süpervizörlüğünü üstlenmiş. Kanava üzerine metni Merve Engin yazmış, ve hatta geri kalan herşey de sadece Merve Engin’in başının altından çıkmış! Büyük çalışma, büyük özen ve hakedilen bir netice çıkmış ortaya..

Oyunun bitiminde, prömiyer olmasından sebepli bir teşekkür konuşması yapılıyor adet olduğu üzere. Öncesinde Merve soruyor “ilk defa bir prömiyere gelen var mı ?” kimseden bi işaret yok! “Sosyetenin içine düşmüşüz bu akşam!” Teşekkürlerini sunup alkışını alıyor ve kulise kaçıyor. O da ne! Alkışlar dinmiyor!dinmiyor! Merve kulisten tekrar koşuyor titreyerek ağlamaklı ikinci selamını veriyor ve gidiyor..Kapalı gişe oynanan bir prömiyer ve dinmeyen alkışlar!

Veeee fuayede bekleyen gülümseyen suratlar! Merve kulisten çıkıyor, yanına ilk gidenlerden biriyim! Edepsizce diyorum ki “geçmiş olsun”.. Merve ise “öyle demeyin noolur daha yeni başladım” diyerek lafı ağzıma tıkıyor ve ben başımı eğip içimden “kız haklı! Bu ne biçim laf- geçmiş olsun-!” diyorum ve bir daha asla bunu yapmamaya karar vererek oradan ayrılıyorum.

İstiklal boyunca oyundan konuşuyoruz tüm ekip çok eğlenmiş çok gülmüş. Efektler de çok akılda kalan cinsten ve komik, biribirimize kusma efekti yapıyoruz sürekli Barış’tan Comedia Dell’arte’nin teknik yanlarıyla ilgili bilgi alıyoruz, içimizde en konuya hakim kendisi çünkü. O sırada birkaç cümle sarfediyor oyunla ilgili, çok manalı ama pek akılda kalmayan cinsten Aklımda kalanları birleştiriyim bakalım bişeye benzetebilecek miyim ? ; “ Comedia Dell’arte tarzında yapılmış, tekniğine uygun, matematiği güzel kurulmuş ve üzeri güzel işlenmiş bir güldürü” Evet sanırım buna benzer bişiler söyledi

Sadece seyirci ağzından ise şunu söyleyebilirim ; Mutlaka izleyin pişman olmayacaksınz.

4 Kasım ve 25 Kasımda Kumbaracı50’de izleyebilirsiniz. Yalnız bence biletlerinizi önceden alın, prömiyeri bile kapalı gişe oynandı. Sonra demedi demeyin!

Veeeeee "Kıyıya Oturmanın Böylesi" Kadıköy'de!!! 11 Kasım perşembe akşamı 20:30'da Kadıköy Öykü Sahne'de izleyeblirsiniz. Öykü Sahne nerde mi ? Rexx Sineması'nın az ilerisindeki Burger King'in hemen karşısındaki pasajın içindeee!!!

Mervecim, gözlerinden öperim.

15 Ekim 2010 Cuma

BU "BOMBA" ELİNİZDE PATLAR!

Üç gündür elim bir türlü gitmiyor, yazamıyorum.Bir oyun hakkında iyi şeyler yazamayacağım zaman bi tıkanıyorum, tutukluk hasıl oluyor..Neticede emek var işin içinde, bir çalışma var..Oturduğum yerden “olmamış” demek içime sinmiyor. Karar mercii miyim ki ben ?

Neyse..Bunu yapmak zorundayım sayın okuyucularım!Bunu sizler için yapmak zorundayım!Yazmalıyım!

Salon İKSV’de ilk maceramızı yaşamak üzere yola çıktık 11 Ekim Pazartesi günü. Gündüzden biletilerimizi alan Onurs ile tünelde buluşup yürüdük İKSV binasına doğru. Eng ve Onurs eşliğinde o derece şuursuz yürüdüm ki bilmiyorum nerden döndük nerden geçtik. Tünelden 8 dakika civarında süren bir yürüyüş ile mekana ulaştığımızda saatlerimiz 19:55 idi. Yani 15 dakikalık oyuna 35 dakika önceden giderek bir rekora imza attık diyebiliriz.

Girişin altındaki tükanı gezelim bari dedik..İçeri bir girdik! Herşey özel tasarım mübarek! Neyse, bize ne gerek sütlü börek diyerekten çıktık dışarı ki bir de ne görelim! 25 dk kadar sonra izyeleceğimiz oyunun oyuncuları Bülent Emin Yarar, Bartu Küçükçağlayan ve Batur Belirdi kapının önünde sohbet etmekteler. Belli ki 19:30 seansının ardından hava almaya çıkmışlar..Fekat biz oyundan hemen önce kahramanlarımızı insan formunda görünce biraz irkildik!OnurS’un gerçeklik duygusu bile kaçmak üzereydi ki son anda arkamızı dönüp kurtardık kendimizi bu girdaptan.

15 dakikalık oyuna 35 dk. erkenden gelen 3 şahsiyet olarak oyundan 10 dk. kadar önce salondaki yerimizi aldık. İlk defa gördüğümüz İstanbul’un bu güzel Salon’unu uzun uzun inceledik ve bilmiş yorumlar yaptık. Aaaa robot ışık kullanmışlar, yok efendim o projeksiyon yansıtılan şey mikadan yapılmıştır, ne bileyim seyircilerin sandayede oturması ve tek düzlemde olması mantıklı mıdır ?, neymiş efendim portatif salon iyiymiş de oyunlara göre salon düzenlenebilirmiş.. Bir anda salon eksperti olduk!

Derken son 2 dakikada Burçak da yetişti ve oyun başladı!


Sahnede duran 5 beyaz sandalyede yerini alan oyuncular başladı bize bomba patlamadan önceki 15 dakikalarını anlatmaya. Çok güzel.. Canan Ergüder iyi konuşuyor.Diksyon, artikülasyon süper, son hız döktürüyor. Daha sonra bir röportajında okuduğum üzre kendisi bu rolde telaffuzunun yeterli olup olmayacağı konusunda şüpheye düşmüş rol teklif edildiğinde. Yıllarca Amerika’da yaşamış olduğu için yani bu şüpheler. Fakat bildiğimiz kadarıyla kendisi süper hırslı bir insan olduğundan eminim ki oldukça fazla çalışmış.Ve bence başarmış! Fırtına’da onu Caliban olarak izledikten sonra hayal kırıklığına uğrarım diye çok korkmuştum, neyse ki korktuğum başıma gelmedi.

Bartu! Zihnimde sana psikopat adam rolleri yapıştı! Bu abartıları güzel yapıyorsun diye sayın Berkun Oya, Hoop Gitti Kafa’da da sana benzer rol vermiş..Ya da belki sayın Bartu Küçükçağlayan benzer iki karakter yaratmış, bilmiyorum..Güzel..Ama aynı. Sanki Bartu’dan çok farklı, çok güzel şeyler daha çıkabilir gibi ama bi gösterseeee.. Desenize 15 dakkada ne göstersin ki ?

Evet biz de çıkışta bunun benzerini söyledik. Bize ne anlattılar ki ? Oyuna gitmeden önce büyük umutlarımız vardı..Berkun Oya hayranları olarak, kesin aptallaşıp çıkıcaz oyundan diyorduk. Veeee evet aptallaştık ama boşluktan! Bize ne anlattı ne verdi oyun? Bunu hala bulamadık mesela..Berkun Oya’nın hatırına hala bişeyler arıyoruz izlediklerimizde ama…
“Sahnelediği tiyatro oyunlarında kendine özgü tarzıyla dikkat çeken Berkun Oya’nın yazıp yönettiği Bomba” cümlesiyle tasvir edilen oyun gerçekten kendine özgü olmuş bu bir gerçek Bizde pek bişi kalmadı çünkü oyundan sonra.

Bir de önümüzde oturan çiftten bahsetmeden edemiycem! Oyun başlamadan önceki son 10 dakikayı öpüşerek geçirdiler, ışıklar sönünce ayrıldılar.Oyun bitiminde de bayan kısmının “nası yaaa?? oyun bitti mi şimdii? yok canım ara falan vermiştir..Aaa herkes gidiyo amaaa ?” sözlerine şahit olduğum için önce afalladım, sonra çok da haksız olmadığına karar verdim

Efenim oyuna döneyim, oyundan bahsedeyim istiyorum ancak söyleyecek de bişey bulamıyorum.. Belki de biz gözümüzde çok büyüttük, bu da olabilir..Ama siz söyleyin, kadroyu görünce büyük umutlara kapılmıyor mu insan ?

Bir başka Berkun Oya oyunu olan “Bayrak” ı da izleme niyetimiz vardı..Hala var..Ama sanırım “Bomba”yı izleyenler olarak Berkun Oya ile ilişkimize bir süre ara vermemiz gerekiyor..Zaman herşeyin ilacı neticede..

12 Ekim 2010 Salı

8. TİYATRO ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU

Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’nin, İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nın organizasyon ortaklığıyla gerçekleştirdiği 8. Tiyatro Ödülleri 2010 Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde sahiplerini buldu…

YILIN YAPIMI: MEFİSTO –İBB Şehir Tiyatroları

YILIN YÖNETMENİ: MEHMET BİRKİYE – “Cimri”-Kent Oyuncuları

YILIN KADIN OYUNCUSU: DEMET EVGAR – “Cimri”- Kent Oyuncuları

YILIN ERKEK OYUNCUSU: YETKİN DİKİNCİLER – “Profesyonel”-İstanbul Devlet Tiyatrosu

YILIN OYUN YAZARI: AYŞE BAYRAMOĞLU – “Hakiki Gala”-Tiyatro TEM

YILIN ÇEVİRMENİ: BİLGE EMİN - İntiharın Son Provası-İst. ŞT

YILIN SAHNE TASARIMCISI: IŞIN MUMCU – “İmparatorluk Kuranlar”-İstanbul Devlet Tiyatrosu

YILIN GİYSİ TASARIMCISI: BAŞAK ÖZDOĞAN PİRİM – “Cimri”- Kent Oyuncuları

YILIN IŞIK TASARIMCISI: F. KEMAL YİĞİTCAN – “Coriolanus”- İBB Şehir Tiyatroları

YILIN OYUN MÜZİĞİ: TOLGA ÇEBİ - "7"/Sekspir Müzikali-Oyun Atölyesi

YILIN KOREOGRAFI: VARVARA ŞTEFANESCU – “Bakhalar”- İBB Şehir Tiyatroları

11 Ekim 2010 Pazartesi

HAZİN BİR HİKAYE - DÖRT KİŞİLİK BAHÇE

Sonundaaaaa 2010-2011 sezonunu açtım! İzlemek için göz koyduğum oyunlardan birisi olan Dört Kişilik Bahçe’nin prömiyeri ile Şehir Tiyatroları‘ndan giriş yaptım. İlk defa bir prömiyere gittim, çok heyecanlı! Oyunun müziklerini yapan dostum Burçak Çöllü dolayısıyla iştirak ettiğim bu ilk prömiyer deneyimimden oldukça memnun kaldım..

Birkaç hafta önce dedim ki “Burçakcım ben prömiyere gelemiyorum, provam var”.Sonra bir hüzün çöktü içimeee.. 6 Ekim provasının iptaliyle beraber ilerleyen günlerin birinde aldım biletimi.. Bir kısım kişilerle organizasyon yaptım, bir kısım organizasyon da benden bağımsız olarak halihazırda yapılmıştı.

Sevgili dostum Onurs bir hevesle bilet aldı fekat trafik dolayısıyla oyuna yetişemedi.Oysa biz, yani Esra ve ben yarım saat önceden fuayedeki yerimizi almış, kahvelerimizi yudumluyor, havayı kokluyorduk. Ortamdaki heyecanı hissettik, broşürü sindire sindire okuduk, çevreyi kolaçan ettik. Prömiyer havası normalden daha heyecanlı tabiii..

Derkeeeenn Çöllü dostum biz içeri girmeden yanımıza geldi, haydi hayırlısı dedik aldık salondaki yerimizi. Başladık dekoru incelemeye! İncele incele bitecek gibi değil dekor..Detay detay detay işlenmişşş, üstüne de bir dolunay kondurulmuş. Konak, kuru yapraklar, dallar, ağaçlar..Görkeminden geçilmiyor!

Veee Perde!

Oyun başladı ve önümüzden Sevil Akı geçti! Bi içim titremedi desem yalan olur.. Bahçedeki yemek masasında başlayan Dört Kişilik Bahçe, gerçekten de bir bahçede dört kişilik bir yaşamı anlatıyor bize.. Oyunu Murathan Mungan yazmış, Ersin Umulu yönetmiş. Yönetmen Ersin Umulu şöyle demiş ; “Okurken beni etkileyen ve öyküde, “eski bir peyzajda solmuş bir eskiz gibi” betimlenen çınar ağacı, reji yorumunun da çıkış noktası oldu ve bu doğrultuda uzamı çınar ağacı belirleyerek bahçe ve konakla bütünleşti. Çünkü çınar ağacı; yeni inşaatlar, apartmanlar arasında sıkışmış eski ahşap konağı, değişen İstanbul’u, aile bireylerinin yalnızlıklarını ve sırlarını, yok olmaya yüz tutmuş tüm değerleri köklerinde saklıyor, oyunun anlamını içinde barındırıyordu.”



İşte bu çınar ağaçlı konağın etrafında şekillenen yaşamlar.. Bir aile.. Bir parça hüzün.. Hüznün başrolünde Fatma Aliye.. Duvar gibi bir anneye yaranmak için harcanmış bir ömür Fatma Aliye’ninki. Oysa Talia isyan etmiş, ablasının yapamadığını, cesaret edemediğini yapmış ve çekip gitmiş yıllar önce..Fatma Aliye’nin kaderini de biraz Talia’nın gidişi belirlemiş.


Oyun biraz yavaş ilerliyor, gerçiii prömiyer olmasından kaynaklı bir tempo sorunu olabilir ama neticede yavaştı Genel hava biraz hüzünlü, hatta biraz değil bayaaa hüzünlü. Ama kasvetli değil, lütfen aradaki farkı görmezden gelmeyelim! Tek perde olan oyunda arada ufak gülmeceler de olmakla beraber, sonunda iki damla yaş süzüldü gözlerimden..


Sevil Akı! Sen nasıl bir insansın! Yani sahnede demek istiyorum O kadar doğal, o kadar inandırıcı, o kadar gerçek ki..Gerçekten Fatma Aliye! Her hareketiyle, her mimiğiyle, ağzından çıkan her sözle, gözünde duran her bakışla Fatma Aliye..İnanılmaz! O nasıl bir ağlamaktır? Gözünden yaş fırlatmak nasıl bir şeydir ? Evet evet..ağlamak değil onunki, gözünden yaş süzülmek falan değil..Bildiğiniz, gözyaşının elmacık kemiğine inmeden damladığını gördüm..

Keşke aynı şeyi Esin Umulu için de söyleyebilseydim..Sevil Akı’nın yanında çok donuk bir oyunculuğu var gibi geldi bana. Yine ilk oyun heyecanına verilebilir, zira ilk girdiğinde oldukça tutuktu, zamanla bir nebze daha açıldı diyebilirim.

Oyun sonunda bütün ekip sahneye çıktı, Sevil Akı “gecenin davet edeni” olarak herkesin adını okudu, sahneye çağırdı. Burçak Çöllü ile ilgili söyleyeceklerim ise burada başlıyor. Sahneye şöyle çağırıldı ; “Buraya bir yıldız koymak istiyorum..Benim için çok özel bir isim..Bu ismi ileride çok duyacaksınız.. Müzik:Burçak Çöllü..” Bu lafın üzerine daha fazla yorum yapılabilir mi ?

Bütün ekibin eline sağlık derkeeennn bir şeyi atladığımı farkediyorum..Broşürün kapağındaki fotoğraf! Fotoğrafa bir görsel derinlik katılmak istendiğinden dolayı mıııı, benim anlayamadığım derin bir anlamı olduğundan dolayı mııı, baskı hatasıdan dolayı mıııı bilemiyorum ama fotoğraf bir miktar kaymış, yazık olmuş.

İzlemek isteyenler için Dört Kişilik Bahçe Ekim ayı boyunca Şehir Tiyatroları Ümraniye Sahnesi’nde.

Saygılar sunar, bir sonraki oyunda görüşmek üzere yazıma burda nokta koyarım.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Tiyatro Ödülleri - 2010 Adayları

Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’nin, İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nın organizasyon ortaklığıyla gerçekleştireceği 8. Tiyatro Ödülleri 11 Ekim Pazartesi akşamı Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde sahiplerini bulacak.
Adaylar açıklanmış ;

YILIN YAPIMI
PROFESYONEL-İstanbul Devlet Tiyatrosu
ŞÖLEN-Tiyatro Stüdyosu
MEFİSTO –İBB Şehir Tiyatroları
AÇIK SAÇIK BİRKAÇ POLAROİD-Tiyatro Sıfır 0.2
HAKİKİ GALA – Tiyatro TEM

YILIN YÖNETMENİ
AHMET LEVENDOĞLU- “Şölen”-Tiyatro Stüdyosu
EYÜP EMRE UÇARAY – Açık Saçık Birkaç Polaroid-Tiyatro Sıfır 0.2
MEHMET BİRKİYE – “Cimri”-Kent Oyuncuları
NESRİN KAZANKAYA – “Annemin Cesareti”-İstanbul Devlet Tiyatrosu
RAGIP YAVUZ – “Mefisto”-İBB. Şehir Tiyatroları
YİĞİT SERTDEMİR – “Fâili Müşterek”-Altıdan Sonra Tiyatro

YILIN KADIN OYUNCUSU
AYŞE SELEN – Hakiki Gala-Tiyatro TEM
AHU TÜRKPENÇE – “Sondan Sonra”-Duru Tiyatro
DEFNE HALMAN – “Quintet/Bir Dönüşüm Beşlemesi”-Tiyatro Pera
DEMET EVGAR – “Cimri”- Kent Oyuncuları
YILDIZ KENTER – “Kraliçe Lear”-Kent Oyuncuları
ZUHAL OLCAY – “Şölen”-Tiyatro Stüdyosu

YILIN ERKEK OYUNCUSU
ENGİN ALKAN – “Tarla kuşuydu Jüliet”- İBB. Şehir Tiyatroları
CELAL KADRİ KINOĞLU –“ İmparatorluk Kuranlar”- İstanbul Devlet Tiyatrosu
ŞEHSUVAR AKTAŞ – “Hakiki Gala”-Tiyatro TEM
TOLGA YETER – “Merhaba Hoşça kal”- İstanbul Devlet Tiyatrosu
USHAN ÇAKIR – “Korku Tüneli”-Tiyatro Sıfır 0.2
YETKİN DİKİNCİLER – “Profesyonel”-İstanbul Devlet Tiyatrosu

YILIN OYUN YAZARI
AYŞE BAYRAMOĞLU – “Hakiki Gala”-Tiyatro TEM
BEHİÇ AK – “İki Çarpı İki”- İstanbul Devlet Tiyatrosu
BERKUN OYA – “Bomba”-Krek Tiyatro
DENİZ ALTUN – “Güle Ağıt”-Bakırköy Belediye Tiyatroları

YILIN ÇEVİRMENİ
BAŞAR SABUNCU/BİLGE EMİN – Profesyonel-İst. DT.
BİLGE EMİN – İntiharın Son Provası-İst. ŞT
ZEYNEP AVCI – Vahşet Tanrısı-İst. DT.

YILIN SAHNE TASARIMCISI
BARIŞ DİNÇEL – “Cimri”-Kent Oyuncuları
BENGİ GÜNAY – “7″/Sekspir Müzikali-Oyun Atölyesi
EFTER TUNÇ – “Kredi Kartı/Vak’aaa”- İstanbul Devlet Tiyatrosu
IŞIN MUMCU – “İmparatorluk Kuranlar”-İstanbul Devlet Tiyatrosu
NURULLAH TUNCER – “İntiharın Genel Provası”-İBB Şehir Tiyatroları
ŞİRİN DAĞTEKİN – Annemin Cesareti- İstanbul Devlet Tiyatrosu

YILIN GİYSİ TASARIMCISI
BAŞAK ÖZDOĞAN PİRİM – “Cimri”- Kent Oyuncuları
MİHRİBAN ORAN –“ İmparatorluk Kuranlar”- İstanbul Devlet Tiyatrosu
TOMRİS KUZU – “Mefisto”- İBB Şehir Tiyatroları
ZUHAL SOY- “Coriolanus”- İBB Şehir Tiyatroları

YILIN IŞIK TASARIMCISI
AKIN YILMAZ – “İmparatorluk Kuranlar”- İstanbul Devlet Tiyatrosu
F. KEMAL YİĞİTCAN – “Coriolanus”- İBB Şehir Tiyatroları
MUSTAFA TÜRKOĞLU – “Binali İle Temir”- İBB Şehir Tiyatroları
NURULLAH TUNCER – “Dünyanın Ortasında Bir Yer”- İBB Şehir Tiyatroları
SERHAT AKIN –“ Lozan”- İstanbul Devlet Tiyatrosu
ŞAHİKA TEKAND – “Karanlık Korkusu”-Stüdyo Oyuncuları

YILIN OYUN MÜZİĞİ
CUMHUR BAKIŞKAN – “Kuzguncuk Türküsü”- İstanbul Devlet Tiyatrosu
TAMER ÇIRAY – “Kredi Kartı/Vak’aaa”- İstanbul Devlet Tiyatrosu
TOLGA ÇEBİ – “7″/Sekspir Müzikali-Oyun Atölyesi
SELİM CAN YALÇIN – Mefisto- İBB Şehir Tiyatroları

YILIN KOREOGRAFI
ERDAL UĞURLU – “Kral Dairesi”-İstanbul Devlet Tiyatrosu
SENEM OLUZ – “Tarla kuşuydu Jüliet”- İBB Şehir Tiyatroları
VARVARA ŞTEFANESCU – “Bakhalar”- İBB Şehir Tiyatroları

Adını son zamanlarda duymaya başladığım Tiyatro Sıfır Nokta İki..Adaylar arasında ilgimi çekti, inceledim..Bir de baktım ki ne göreyim! Mehmet Nuri Yavuzer! Lisedeki matemetik öğretmenimin oğlu! Yok artık! Nuri Yıldız Teknik’te okurken birkaç ay da birlikte bir proje için çalışmıştık üstelik. Başarılar diliyorum!

İlgimi çeken bir diğer nokta ; Yılın Kadın Oyuncusu dalında İstanbul Devlet Tiyatrosu ve İBB Şehir Tiyatroları’ndan hiç aday olmaması! Şaşırdım doğrusu.. Genelde bu iki yapıdan adaylar ağırlıktayken Yılın Kadın Oyuncusu adaylarının tümü özel tiyatrolardan..

Bir de internette gördüğüm bültende Yılın Oyun Çevirmeni dalındaki adaylarda “İntiharın Son Provası” yazıyor Bilge Emin’in çevirdiği İBB Şehir Tiyatroları oyunu olarak..Zannımca bu “İntiharın Genel Provası” olmalı..Yazım yanlışı diyelim, yine deee belirtmeden geçmeyelim

Üstelik “Sıfır Nokta İki” olan grubun ismi de “Tiyatro Sıfır 0.2″ olarak yazılmış.. Ntvmsnbc sitesinde bile düzeltme yapılmadan yayınlanmış bülten.. Hiç mi okumazsınız yayınladığınız bülteni be arkadaş! Ya da bülteni yazıp gönderenler hiç mi kontrol etmez ?

Neyse..Ben de adayları bültenden aldığım gibi yayınladıııımmm, gördüğüm hataları da fütursuzca belirttim!

Evet..11 Ekimde açıklanacak sonuçları merakla bekliyoruz..

6 Eylül 2010 Pazartesi

Neden Yazmıyorum ?

Sanılmasın ki bir hevesle blog açtım ve sonra bezginlikten yazamadım.. Sadece sezonun kesat bölümünde yazmaya giriştiğim için devamlılık problemi yaşadım..Ama olsun, ben kendimi denedim, kendimce birşeyler çiziktirdim, yorumlar aldım..Gördüm ki yazmak keyifli, okumanın da keyifli olduğunu düşünen kişiler mevcut..O zaman devam edelim biz bu işe :)

Hakkımda bahsettiklerim gibi..Eleştirmek değil benim işim, benim haddime düşmez..Ben kendimce yorum yapıyorum, oyun izleme serüvenimi anlatıyorum baştan sona..Bazen de içerden bilgiler vermeye çalışıyorum ;) Bu dünyanın içindeki insanlara dokunmak, onları duymak, hissetmek hoşuma gidiyor..Yaz boyu devam eden provaları takip etmek, prova notları okumak, yeni sezon projelerini araştırmak, provalara seyirci olabilmek için kulis yapmak heyecan verici.. Bir oyunu oluşum sürecinde görmek, yaratım sürecine şahit olmak, o heyecanı başından hissedebilmek büyük şans olurdu..Şimdilik bu şekilde birkaç oyunu takip edebiliyorum.



* Bunlardan ilki, kadim dostum, yönetmenim Burçak Çöllü’nün de müzisyen oyuncu olarak dahil olduğu bir Şehir Tiyatroları oyunu. Oyunun ismini burdan zikretmek yanlış bir hareket olabilir korkusundan susuyorum, sadece şunları yazayım ki ; Yönetmen : Ragıp Yavuz, Müzik Direktörü : Çiğdem Erken :) İşte şu günlerdeki amacım bu oyunun 1 provasını izleyebilmek..


* Yine Şehir Tiyatroları bünyesinde bir oyun geliyor Sevil Akı’nın da oyuncu kadrosunda bulunduğu, onun da ismini söylemeyeyim bari :) Sevil Akı bebeği Alkış’ı dünyaya getirdikten sonra bu sezon yine karşımızda olacak..Merakla bekliyoruz..

* Sevgili Özlem Türkad bir oyun çalışmakta, adı yine bende gizli ;) Özlem Türkad’ı yine yeni bir rolde izleyecek olmak iç kıpırdatıcı cinsten bir his :)

* Bir de usuldan prova notlarını takip etmekte olduğum Oyun Atölyesi’nin yeni oyunu Macbeth..Oyun Atölyesi oyunlarının prova notu tutma ve bunları internet sitelerinden düzenli olarak yayınlama huylarına bayılıyoruz..Kemal Aydoğan yönetiminde provaları süren oyunun çevirisi Haluk Bilginer öncülüğündeki ekip tarafından yapılmış. (Çeviri çalışmalarını notları da okunabiliyor!). Shakespeare Türkiye temsilciliği kıvamındaki saygıdeğer Haluk Bilginer’den yeni bir Shakespeare prodüksiyonu..Prömiyer 30 Eylül..

* Vee tabii ki başımın tacı Tiyatro Açıkça’da yine yeni bişeyler oluyor! Yeni bir oyun geliyor gümbür gümbür..Yönetmen : Barış Kıralioğlu..Bir komedi bekliyor bizleri, hummalı çalışmalar bütün hızıyla devam ediyor, ben de şahit yazıldımmm :)



Bir de bugünlerde yakinen çalışmakta olduğum bir Murat Bavli var ki bahsetmeden geçmek dünyanın ayıbı olur ama sanırım kendisi başlıca bir yazının konusu olacak..

Yani sevgili okuyucular, aktif olarak takipteyim! Dört koldan yeni projeleri ve geçen sezon isteyip de izleyemediğim oyunları takip etmekteyim..Deneyimlerimi yazmak için de sabırsızlanmaktayım..Kendi provalarımın da yoğunluğu sebebiyle zihnimde gezen birtakım şeyleri paylaşamadım bir zamandır.. Henüz 10 adet resmi izleyicim olsa da biliyorum ki arada yazdıklarımı okuyanlar var :) Okuyanlar için daha yazacak çok şeyim var..Takipte kalınız ;)

12 Ağustos 2010 Perşembe

PROMETHIADE - II ZİNCİRE VURULMUŞ PROMETHEUS


İlk oyunda son anda bilet alabilmiş olmanın verdiği panikle, 1 hafta önceden biletimi aldım bu sefer. Ayça da bana eşlik edicekti aslında ama süper satış gerçekleşti ve biletini Barış’a verdi. Entelektüel arkadaşım Onurs ise Pazartesi günü gideceği oyun yağmur dolayısıyla iptal edilince takıldı peşimize :)

Erkenden gittik Rumeli Hisarı’na ki numarasız olan biletlerimizle oyunu iyi bir yerden izleyebilelim. Zira öyle de oldu. Işık yerleşimine göre sahne düzenini tahminleyip güzel bir yer seçtik kendimize ve yerleştik, hem de 2. sıraya! Onurs hocasını sahnede izleyecek olmanın heyecanıyla kıpırdanıp dururken yine bir seyirci akını ile karşı karşıya kaldık. Doldu taştı adeta Rumeli Hisarı..

Seyirciler yerlerine yerleşirken bir yandan da sahneye serilmiş olan gözlüklerin sayısını tahmin etmeye çalıştık. Ben diyim 5 bin siz diyin 15 bin..Derkeeen bir bayan oyuncu usulca kenardan kenardan girdi sahneye yerleşti. Yönetmen geldi bir bakındı, seyircileri süzdü, birkaç talimat verdi ve yukarda mikserin önündeki yerini aldı.Siren sesleriyle berabeeeerr perdeee!


Oyuncular sırayla girdiler sahneye, gözlüklerle kaplı mekanda yerlerini aldılar. Bu arada bize durumu anlatmaya başlayan dış ses, bilgeliğin simgesi olan gözlüklerin 50 bin adet olduğunu söyleyince nutkumuz tutuldu! Prometheus kimdir, ne yapmıştır bir özetten sonra Prometheus Yetkin Dikinciler tüm ihtişamı, birkaç metrelik boyu ve çakmak çakmak gözleriyle girdi sahneye.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen Promethiade projesinin ikinci oyunu olan Zincire Vurulmuş Prometheus, Attis Tiyatrosu tarafından Alman, Yunan ve Türk oyuncularla hazırlanmış.Bu sefer Prometheus karşımızda, Olympos dağına zincirlenmiş ve kurtarılmayı bekliyor. Koro ise onun kurtarılması için isyanda!

Peki bakalım broşür ne demiş ? “…Tarihin tragedyaya yeni bir öz kazandırmayı isteyen kurbanlarının cesetleri, büyük medeniyetlerin sınırlarında yüzüyor. İnsanın cennetten atılışının ana dekoru oluşturduğu bir çözünme sürecinde, insanlığından çıkmış görüntülerden oluşan bir koro, başrolde. Burada şiddet devletle özdeşleşiyor; zincire vurulmuşların ölü tanrısı da kendi haline terk ediliyor. Io’nun önceden haber verilmiş ölümünden sonra Prometheus, romantik devrimlere son noktayı koyuyor…”

3 farklı dili içeren metin Almanca ve Yunanca konuşmaların tercümesi de olmadığı için zor anlaşılıyor. Prometheus bir yabancı ile konuşuyorsa, verdiği cevaplardan karşıdakinin söylemini tahmin etmeye çalıştık :) Bu durumda mevzudan da bihaber olan seyircilerin anladıkları ise bir derece daha sınırlanmış oluyor. Yine de metin çok karmaşık olmadığından boş kafalarla çıkmıyoruz oyundan. Evrensel bir proje izliyoruz neticede, buna alışmak lazım sanırım Bir de oyunun sonlarına doğru Hermes çıkageliyor ve Zeus’tan haber getiriyor şilebezi kıvamındaki takım elbisesiyle. Lost dizisinden John Locke’ın ikiz kardeşi sandığımız Hermes’in genel hava ile uyumsuzluğu dikkat çekiyor, fakat yine Türkçe konuşmadığı için dedikleri anlaşılamıyordu. Koronun performansı ise takdire şayan..



Yetkin Dikinciler! Gözümde çok kocaman bir adam o..O kadar beğenmek için gittim ki kötü bişey söyleyemiyorum. Gür sesiyle ortalığı inletti, Prometheus’un ihtişamını seyirciye ziyadesiyle iletti…

3 oyundan oluşan Promethiade projesinin ikincisini de izledik.. Broşürde son oyunun belgesel olacağı ve gösterim tarih, mekan ve saat bilgilerinin daha sonra iletileceği yazıyor. Merakla bekliyor, takip ediyoruz.

Bu arada, oyundan çıkarken herkes hatıra olsun diye sahneden bir gözlük çalma peşindeydi fakat görevliler çok dikkatlilerdi, biz de alamayanlardandık İzlediklerimizden kendimize birkaç hatıra seçeriz artık naapalım..

10 Ağustos 2010 Salı

PROMETHIADE - I ON ADIMDA UNUTMAK (ANTI-PROMETHEUS)


İstanbul’un hiç tahmin edemediğim bir tiyatroseverliği varmış meğer. Eeee sanırım ben bunu keşfetmek için biraz geç kalmışım. Sandım ki tiyatro sezonu yazın kapalı diye, insanlar tatildeler diye oyunlara çok rağbet olmaz. Sandım ki giderim kapıdan biletimi alır girerim içeri.

Yanılmışım! Meğer İstanbul her mevsim çılgınlar gibi tiyatro izlermiş.. Meğer bu oyuna bileti önceden almak gerekirmiş. Ama tabii herşeyden önce oyun tarihini doğru bilmek gerekirmiş. Bunu utanarak yazıyorum ki ; evet oyundan 2 gün önce gittim Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne. Üstelik Esra’yı da yanımda sürükledim, ama olsun Grace Jones konserinin girişini seyrettik değişik bir etkinlik oldu :) Sonrasında ise etkinlik tarihini tutturduğum gün yanımda Onurs vardı.

Ben büyüüük bir rahatlık içerisinde “kapıdan alırım biletimi yeaa” diye gezinirken Onurs beni uyardı, bilet kalmamış git ara sor dedi. Biletix’ten aldığım kötü haberle yıkıldım, ama vazgeçmedim. Oyundan yarım saat kadar önce sahneye vardık kiii bir de ne görelim!!Benim gibi “fazla bileti olan var mı?” bakışlarıyla etrafı süzen onlarca insan var! Herkeste bir yandan “son dakikada kapıları açarlar nasılsa” rahatlığı var, diğer yandan “yine de bilet bulup otursak fena olmaz” tedirginliği var.Komik!


Çok uzattım detaylarla kusura bakmayın ; neticede ben bir teyze ile girdiğim “ben de bilet arıyorum amaa” konulu ufak çekişmeden bir katakulli ile galip çıktım ve bir arkadaşın fazla biletini aldım. Onurs oyunu balkondan izlerkeen ben ise paşacık gibi orta sıralardan izledim :) Tahminleri doğru çıkararak son dakikada açılan kapılardan giren insanlarla beraber, Muhsin Ertuğrul Sahnesi merdivenlere kadar seyirciyle doldu.

Veeeee perde!

Proje, İstanbul 2010 Avrupa Kültür etkinlikleri çerçevesinde, Olympos tanrılarından Prometheus’tan yola çıkarak üretilen eserleri kapsıyor. Bu kapsamdaki ilk oyun da Studio Oyuncuları tarafından üretilen “10 Adımda Unutmak (Anti-Prometheus)” olarak seyirciye sunuluyor. Oyun Şahika Tekand yönetiminde, Türk-Alman karması bir ekiple çıktı karşımıza.

Bu arada, oyuncular listesinde adı geçen Çağlar Yiğitoğulları’nı fuayede dolanırken gördük. Önce anlam veremedik, “neden gidip hazırlanmıyo ki?” başlıklı bir konuşma geçti aramızda. Oyun saati gelip hala içeri girmeyince, sonrasında da seyirciler arasında yerini alınca anladık ki başka birisi oynuyor Çağlar Yiğitoğulları’nın yerine. Halbuki Bakhalar performasından sonra bizde ekstra bir merak uyandırmıştı..Yerine kim geldiyse bizi hayal kırıklığına uğratmadı o da ayrı mesele. Yiğit Özşener’e de burdan ayrıca tebrik bildirmeyi borç bilirim.

70 dakika ve tek perde oyunu soluksuz izledim diyebilirim, inanılmaz bir temposu vardı hem oyunun, hem de oyuncuların. Aslında başrolde ışık tasarımı vardı desem yeridir. Işık ve ses ile yönelim alan oyuncuların performansları inanılmazdı! Acaip bir konsantrasyon, süper bir kondisyon, ve eminim bunların arkasında yatan saatler boyu prova..Üstelik Türkçe-Almanca olan metni takip etmek seyirci için bile zordu ki oyuncular nasıl koordine edildi düşünüp duruyorum. Işık-komut masası takdire şayan bir yönetim sergiledi.

Dediğim gibi metni takip etmek zordu!Almanca üst yazılar, hızlı monologlar, sahnede sürekli bir hareket hali vs derken ana fikri yakalamak için oldukça çaba harcadım. Ele alınış olarak da entelektüel seviyesi yüksek olunca tüm bunları bağdaştırıp bir yere varmak en az oyuncular kadar performans gerektiriyor bir seyirci için. En azından sıradan bir seyirci için :)



Broşürün de dediği gibi “Oyun, ateşi insanlığa armağan ederek kendini feda eden Prometheus gibi sisteme karşı çıkarak “sistemin mahkumu” olmak yerine, gönüllüce “sisteme mahkum olanlar”ın görmezden geldikleri tragedyalarını, ironik bir metin ve performans diliyle sergiler.” Prometheus olamayanlar anlatılıyor sahnede, başkaldıramayanlar, sistemin yükünü sırtında taşıyanlar..

Oyundaki deriiinn anlamları anlayabilmek için oldukça zaman harcadık, düşündük, üzerine tartıştık. Hatta ertesi gün Şahika Tekand’ın röportajını okuduk da ancak biraz daha anlamaya yaklaştık.Oyundaki o hınca hınç kalabalık seyirci kitlesinin ne kadarı memnun kaldı bilemiyorum ama herşeye rağmen görülmesi faydalı bir performanstı diye düşünüyorum.

Evet pişman değilim! Yine olsa yine giderim! Hatta belki yine olsa yine gidip biraz daha iyi anlayabilirim :)