12 Ağustos 2010 Perşembe

PROMETHIADE - II ZİNCİRE VURULMUŞ PROMETHEUS


İlk oyunda son anda bilet alabilmiş olmanın verdiği panikle, 1 hafta önceden biletimi aldım bu sefer. Ayça da bana eşlik edicekti aslında ama süper satış gerçekleşti ve biletini Barış’a verdi. Entelektüel arkadaşım Onurs ise Pazartesi günü gideceği oyun yağmur dolayısıyla iptal edilince takıldı peşimize :)

Erkenden gittik Rumeli Hisarı’na ki numarasız olan biletlerimizle oyunu iyi bir yerden izleyebilelim. Zira öyle de oldu. Işık yerleşimine göre sahne düzenini tahminleyip güzel bir yer seçtik kendimize ve yerleştik, hem de 2. sıraya! Onurs hocasını sahnede izleyecek olmanın heyecanıyla kıpırdanıp dururken yine bir seyirci akını ile karşı karşıya kaldık. Doldu taştı adeta Rumeli Hisarı..

Seyirciler yerlerine yerleşirken bir yandan da sahneye serilmiş olan gözlüklerin sayısını tahmin etmeye çalıştık. Ben diyim 5 bin siz diyin 15 bin..Derkeeen bir bayan oyuncu usulca kenardan kenardan girdi sahneye yerleşti. Yönetmen geldi bir bakındı, seyircileri süzdü, birkaç talimat verdi ve yukarda mikserin önündeki yerini aldı.Siren sesleriyle berabeeeerr perdeee!


Oyuncular sırayla girdiler sahneye, gözlüklerle kaplı mekanda yerlerini aldılar. Bu arada bize durumu anlatmaya başlayan dış ses, bilgeliğin simgesi olan gözlüklerin 50 bin adet olduğunu söyleyince nutkumuz tutuldu! Prometheus kimdir, ne yapmıştır bir özetten sonra Prometheus Yetkin Dikinciler tüm ihtişamı, birkaç metrelik boyu ve çakmak çakmak gözleriyle girdi sahneye.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen Promethiade projesinin ikinci oyunu olan Zincire Vurulmuş Prometheus, Attis Tiyatrosu tarafından Alman, Yunan ve Türk oyuncularla hazırlanmış.Bu sefer Prometheus karşımızda, Olympos dağına zincirlenmiş ve kurtarılmayı bekliyor. Koro ise onun kurtarılması için isyanda!

Peki bakalım broşür ne demiş ? “…Tarihin tragedyaya yeni bir öz kazandırmayı isteyen kurbanlarının cesetleri, büyük medeniyetlerin sınırlarında yüzüyor. İnsanın cennetten atılışının ana dekoru oluşturduğu bir çözünme sürecinde, insanlığından çıkmış görüntülerden oluşan bir koro, başrolde. Burada şiddet devletle özdeşleşiyor; zincire vurulmuşların ölü tanrısı da kendi haline terk ediliyor. Io’nun önceden haber verilmiş ölümünden sonra Prometheus, romantik devrimlere son noktayı koyuyor…”

3 farklı dili içeren metin Almanca ve Yunanca konuşmaların tercümesi de olmadığı için zor anlaşılıyor. Prometheus bir yabancı ile konuşuyorsa, verdiği cevaplardan karşıdakinin söylemini tahmin etmeye çalıştık :) Bu durumda mevzudan da bihaber olan seyircilerin anladıkları ise bir derece daha sınırlanmış oluyor. Yine de metin çok karmaşık olmadığından boş kafalarla çıkmıyoruz oyundan. Evrensel bir proje izliyoruz neticede, buna alışmak lazım sanırım Bir de oyunun sonlarına doğru Hermes çıkageliyor ve Zeus’tan haber getiriyor şilebezi kıvamındaki takım elbisesiyle. Lost dizisinden John Locke’ın ikiz kardeşi sandığımız Hermes’in genel hava ile uyumsuzluğu dikkat çekiyor, fakat yine Türkçe konuşmadığı için dedikleri anlaşılamıyordu. Koronun performansı ise takdire şayan..



Yetkin Dikinciler! Gözümde çok kocaman bir adam o..O kadar beğenmek için gittim ki kötü bişey söyleyemiyorum. Gür sesiyle ortalığı inletti, Prometheus’un ihtişamını seyirciye ziyadesiyle iletti…

3 oyundan oluşan Promethiade projesinin ikincisini de izledik.. Broşürde son oyunun belgesel olacağı ve gösterim tarih, mekan ve saat bilgilerinin daha sonra iletileceği yazıyor. Merakla bekliyor, takip ediyoruz.

Bu arada, oyundan çıkarken herkes hatıra olsun diye sahneden bir gözlük çalma peşindeydi fakat görevliler çok dikkatlilerdi, biz de alamayanlardandık İzlediklerimizden kendimize birkaç hatıra seçeriz artık naapalım..

10 Ağustos 2010 Salı

PROMETHIADE - I ON ADIMDA UNUTMAK (ANTI-PROMETHEUS)


İstanbul’un hiç tahmin edemediğim bir tiyatroseverliği varmış meğer. Eeee sanırım ben bunu keşfetmek için biraz geç kalmışım. Sandım ki tiyatro sezonu yazın kapalı diye, insanlar tatildeler diye oyunlara çok rağbet olmaz. Sandım ki giderim kapıdan biletimi alır girerim içeri.

Yanılmışım! Meğer İstanbul her mevsim çılgınlar gibi tiyatro izlermiş.. Meğer bu oyuna bileti önceden almak gerekirmiş. Ama tabii herşeyden önce oyun tarihini doğru bilmek gerekirmiş. Bunu utanarak yazıyorum ki ; evet oyundan 2 gün önce gittim Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne. Üstelik Esra’yı da yanımda sürükledim, ama olsun Grace Jones konserinin girişini seyrettik değişik bir etkinlik oldu :) Sonrasında ise etkinlik tarihini tutturduğum gün yanımda Onurs vardı.

Ben büyüüük bir rahatlık içerisinde “kapıdan alırım biletimi yeaa” diye gezinirken Onurs beni uyardı, bilet kalmamış git ara sor dedi. Biletix’ten aldığım kötü haberle yıkıldım, ama vazgeçmedim. Oyundan yarım saat kadar önce sahneye vardık kiii bir de ne görelim!!Benim gibi “fazla bileti olan var mı?” bakışlarıyla etrafı süzen onlarca insan var! Herkeste bir yandan “son dakikada kapıları açarlar nasılsa” rahatlığı var, diğer yandan “yine de bilet bulup otursak fena olmaz” tedirginliği var.Komik!


Çok uzattım detaylarla kusura bakmayın ; neticede ben bir teyze ile girdiğim “ben de bilet arıyorum amaa” konulu ufak çekişmeden bir katakulli ile galip çıktım ve bir arkadaşın fazla biletini aldım. Onurs oyunu balkondan izlerkeen ben ise paşacık gibi orta sıralardan izledim :) Tahminleri doğru çıkararak son dakikada açılan kapılardan giren insanlarla beraber, Muhsin Ertuğrul Sahnesi merdivenlere kadar seyirciyle doldu.

Veeeee perde!

Proje, İstanbul 2010 Avrupa Kültür etkinlikleri çerçevesinde, Olympos tanrılarından Prometheus’tan yola çıkarak üretilen eserleri kapsıyor. Bu kapsamdaki ilk oyun da Studio Oyuncuları tarafından üretilen “10 Adımda Unutmak (Anti-Prometheus)” olarak seyirciye sunuluyor. Oyun Şahika Tekand yönetiminde, Türk-Alman karması bir ekiple çıktı karşımıza.

Bu arada, oyuncular listesinde adı geçen Çağlar Yiğitoğulları’nı fuayede dolanırken gördük. Önce anlam veremedik, “neden gidip hazırlanmıyo ki?” başlıklı bir konuşma geçti aramızda. Oyun saati gelip hala içeri girmeyince, sonrasında da seyirciler arasında yerini alınca anladık ki başka birisi oynuyor Çağlar Yiğitoğulları’nın yerine. Halbuki Bakhalar performasından sonra bizde ekstra bir merak uyandırmıştı..Yerine kim geldiyse bizi hayal kırıklığına uğratmadı o da ayrı mesele. Yiğit Özşener’e de burdan ayrıca tebrik bildirmeyi borç bilirim.

70 dakika ve tek perde oyunu soluksuz izledim diyebilirim, inanılmaz bir temposu vardı hem oyunun, hem de oyuncuların. Aslında başrolde ışık tasarımı vardı desem yeridir. Işık ve ses ile yönelim alan oyuncuların performansları inanılmazdı! Acaip bir konsantrasyon, süper bir kondisyon, ve eminim bunların arkasında yatan saatler boyu prova..Üstelik Türkçe-Almanca olan metni takip etmek seyirci için bile zordu ki oyuncular nasıl koordine edildi düşünüp duruyorum. Işık-komut masası takdire şayan bir yönetim sergiledi.

Dediğim gibi metni takip etmek zordu!Almanca üst yazılar, hızlı monologlar, sahnede sürekli bir hareket hali vs derken ana fikri yakalamak için oldukça çaba harcadım. Ele alınış olarak da entelektüel seviyesi yüksek olunca tüm bunları bağdaştırıp bir yere varmak en az oyuncular kadar performans gerektiriyor bir seyirci için. En azından sıradan bir seyirci için :)



Broşürün de dediği gibi “Oyun, ateşi insanlığa armağan ederek kendini feda eden Prometheus gibi sisteme karşı çıkarak “sistemin mahkumu” olmak yerine, gönüllüce “sisteme mahkum olanlar”ın görmezden geldikleri tragedyalarını, ironik bir metin ve performans diliyle sergiler.” Prometheus olamayanlar anlatılıyor sahnede, başkaldıramayanlar, sistemin yükünü sırtında taşıyanlar..

Oyundaki deriiinn anlamları anlayabilmek için oldukça zaman harcadık, düşündük, üzerine tartıştık. Hatta ertesi gün Şahika Tekand’ın röportajını okuduk da ancak biraz daha anlamaya yaklaştık.Oyundaki o hınca hınç kalabalık seyirci kitlesinin ne kadarı memnun kaldı bilemiyorum ama herşeye rağmen görülmesi faydalı bir performanstı diye düşünüyorum.

Evet pişman değilim! Yine olsa yine giderim! Hatta belki yine olsa yine gidip biraz daha iyi anlayabilirim :)

9 Ağustos 2010 Pazartesi

“TAYLIELİ Köyü”nde ŞENLİK Var!


Yaz aylarındaki oyun izleme açlığımı giderecek çalışmalara dair arayışlarımı sürdürdüğüm sırada, herkesetiyatro.com’da gördüğüm bir haber üzerine kanım kaynadı. Haftasonu Balıkesir-Burhaniye’deki kısa tatilimin listesine girdi hemen “Köyümüzde Şenlik Var”.

Tabii ki öncelikle bir araştırma yaptım organizasyonu düzenleyenler ve iştirak edenlerle ilgili. Bir de ne göreyim ? Anatole Sokak Oyuncuları ekibinin kurucuları Eftal Gülbudak ve Ümran İnceoğlu organizasyonun başında..Herkesetiyatro.com’da yayınlanan söyleşilerini bir daha okudum, araştırma çapımı biraz daha genişlettim. Birkaç bağlantı daha çıktı ortaya, heycanım üçe beşe katlandı..

31 Temmuz 2010 Cumartesi akşamı 20:30 sularında iştirak ettim şenlik alanına. Taylıeli Köyü’nü kime sorsak gösterdi, zeytinlikler içinden geçerek ulaştık köye. Köy meydanında düğünvari bir hava esiyor. Sandalyeler sıralanmış, sahne kurulmuş, ışıklar yerleştirilmiş, köylüler ve çevreden gelenler yerlerini almaya başlamış. Biz de hemen kurulduk ailemle beraber, ortamı incelemeye koyulduk. Köylülerin işledikleri yazmaları, kendi yaptıkları kekleri ve sarmaları sattıkları tezgahlara bakındık biraz. Ortalıkta şenliğe katılan ekiplerden olduğunu tahmin ettiğim gençlerin neşeleri uçuşmaya başladı bir süre sonra. Köylülerin neşesiyle birleşti bir hare oldu Taylıeli Köyü’nün üstünde.

Evlerinden çıkıp gelen köylüler etraftaki herkesle selamlaştılar, sohbet muhabbet derken, Eftal Gülbudak aldı eline mikrofonu. Geçen günlerin memnuniyetine dair izleyici görüşlerini topladıktan sonra sıradaki gösteriye istinaden pandomim ne demektir bizlere kısaca anlattı. Saatlerimiz 21:00’i gösterdiğinde ise Vedat Zar’ın “Ustalara Saygı” isimli pandomim gösterisiyle başladı akşam seyirlikleri. Belki de ilk defa bir pandomim izleyen köylülerin merakı ve ilgisi beni hayretlere sürükledi. Aman yanlış olmasın, köylüler bilmez dediğimden değil, zaten köy de bizim bildiğimiz köylerden değil. Gördüğüm en modern köylerden birisiydi Taylıeli, sahil kasabası kıvamında.

Vedat Zar’ın gösterisinin ardından Alpay Eker’in “Karagöz Aya Gidiyor” isimli gölge oyunu için hazırlıklar başladı, hazırlanan perde sahneye taşındı. Gösterimler başlamadan hemen önce annesinin kucağında bir minicik insan bize gündüz düzenlenen karagöz atölyesinde yaptığı hacivat ve karagözü gösterdi.Derkeeen Alpay Eker başladı gösterisine. Kahkahalarla izledik bütün köy ahalisiyle beraber. Gösteri bitmeden ayrılmak durumunda kaldığım köy meydanına uzaktan bakarken duygulandım, gözlerim doldu ve bir amcanın “bu böyle sabaha kadar oynasa izlerim ben vallaa” cümlesi kulağımda bir süre çınladı..

Köyden ayrılmadan Ümran İnceoğlu ile konuşma fırsatım da oldu. Ümran İnceoğlu Burhaniyeliymiş, “Sürekli de gelir gideriz zaten buralara” dedi. Köylerinin genç muhtarı Halil İbrahim Çakır’ın yardımıyla bu şenliği gerçekleştirmişler. “Eftal’la hep hayalimizdi bunu yapmak, sonunda başardık” dedi. Hatta köyde bir tiyatro sahnesi bile açmışlar. Şenlik için gösterime gelenler köylülerin evlerinde kalmış, muhtar da evini misafirlere tahsis edenlerdenmiş. Yemekler köyün evlerinde tütmüş, komşuda pişen herkese düşmüş. Tam bir imece usulü yani anlayacağımız..

Sadece gösterimlerden de oluşmuyor şenlik programı. Adı üstünde “Taylıeli Köyü 1. Kültür-Sanat ve Tiyatro Festivali”. Gün içinde düzenlenen atölyeler, fotoğraf sergileri, söyleşiler, karagöz, kukla, kabare, mim...Yani bir şehir festivalinden eksiği yok fazlası var adeta. İzleyiciler de sadece köy sakinleri değil, merkezden dolmuşlarla, arabalarla gelenler de var.

Sadece küçük bir bölümüne iştirak edebildiğim şenliğin destekçileri ; Uçan Eller Kukla Evi, Semaver Kumpanya, Alpay Ekler, Anatole Sokak Oyuncuları, İstanbulimpro, Vedat Zar, Halk Kültürü Araştırmacıları Erdoğan Gazioğlu, Ahmet Şenol ve Yücel Aras, Muhip Süeltürk, Ali Rıza Kaymaz, Erdoğan Gazioğlu ve tüm Taylıeli köyü...

Eftal Gülbudak ve Ümran İnceoğlu bir hayal kurmuş..Hayal gerçek olmuş..Bir gün bir köyde şenlik olmuş..