10 Şubat 2014 Pazartesi

BABAMIN CESETLERİ / KREK

Bir direniş günüydü.. Yine birtakım yasaklara isyan için Taksim'de toplaşma günüydü.. Almanya'dan kuzen, Ankara'dan enişte, Orta Doğu'dan sevgili gelmişti.. Eyleme denk getirdiğimiz oyun günü sebebiyle gazı uzaktan uzaktan koklayarak Asmalı'da buluştuk gençlerle. Dünyanın 4 ayrı yerinden gelen bu mutheşem dörtlüyle Krek Sahne'ye gitmek için yola çıktık. Arkadaş Krek sahnesi de ne uzakta ya! Ona rağmen de bilet bulunamıyor ya ben işi demiyorum :)

Profesör doktor adayı bilim kadınımız tiyatroya gitmek istedi! Nürnberg'den kalkmış gelmiş, isteğine karşı durulmaz.. Biz de dedik ki değişik bir tecrübe yaşatalım, Krek'in camlı odasında film lezzetinde oyun izletelim. Geçen sezondan beri ara ara niyetlenip bir türlü denk getiremediğim Babamın Cesetleri'ne de yer bulunca da durmadık uçtuk.

4 kişiden 3'ünün ilk tanışması oldu Krek ile. Santralİstanbul'a ne olur ne olmaz diyerekten biraz erken gittik. Kahvelerimiz eşliğinde hangi çiftin hangi ülkede yaşayacağına dair sohbetimizi ederken baktık vakit tamam, kulaklıklarımızı alıp içeri girdik. Sistem ilk tecrübesini yaşayanlarda yeterince merak uyandırmaya başlamıştı ki ışııııkkkk ve oyuuuuun!

Sizin Krek'le ilişkinizi bilmem ama hiç hayal kırıklığına uğramadığım tek ekip olabilir.. Haaa pardon yaa bir tek "Bomba" faciası vardı, hani şu kısa oyun olan :) Onun dışında pek bir hüsrana uğramadık bu güne kadar. Babamın Cesetleri de neyse ki ter köşe yapmadı da misafirlerimize mahcup olmadık..


Oyun hastane odasındaki  bir aile babası etrafında şekilleniyor. Ailesiyle ezelden sıkıntılı bir savaş muhabiri baba ve onun diğer aile bireyleriyle hesaplaşması durumu söz konusu. Baba yeri gelmiş "şeytanın arkadaşı" olmuş cephede makinası elinde..İki erkek çocuğundan daha çok, cephelerde çatışma görmüş, ödüllü fotoğraflar çekmiş babamız hastalığıyla aileyi bir araya getiriyor. Bu kadar süre uyuyan babalarının yanı başında yan yana ve sessiz kalan aile üyelerinin kendi aralarındaki sorular ve sorunlar havada uçuşmaya başlıyor.



Abi bir yönetmen adayı, asla çekemediği filminin peşinde yıllarını heba etmiş. Küçük kardeş düzenli maaşı olan bir işte hayat sürdürmekte, karısı ve kızıyla mutlu taklidi yapmakta. Bir ara "kimin eli kimin cebinde" moduna bürünmeye yaklaşan oyunu Çağan Irmak filmlerine benzetesimiz gelmiyor değil. Hafif dizi senaryosu kıvamına girmekten de son anda kurtulmuş dramatik durumlar söz konusu. Ama bunlar oyunun bütününe iyi dememizi engelleyecek kadar doruk noktasında değil tabii.



Oyunun en can alıcı yeri ise yataktaki babanın Ruanda'daki savaştan bir kesit anlattığı o 20 dakika.. Resmen yattığı yerden attığı tiratla bizi yerimize mıhlayan Şerif Erol'u nefessiz izledik. İzledik değil de aslında dinledik demek daha doğru. 20 dakikada Ruanda'ya gittik ve o evin içinde "şeytanın arkadaşı" olduk.



Ve benim için oyundan aldığım en güzel son tüm karakterlerin hem çok suçlu hem de çok masum olmalarıydı. Kimisine göre bu durum yazarın karakterlere kıyamayıp kimseyi "kötü" yapmaması olarak görülebilir. Bu oyun özelinde benim hoşuma gitti, neden ben de bilmiyorum :)


Öner Erkan'ın oyunculuğunu çok beğendiğimi söyleyemiycem. İlgimiz daha çok Defne Kayalar ve Şerif Erol üzerinde yoğunlaşmıştı. Defne Kayalar ailenin kafası karışık gelini rolünde oldukça iyi bir oyunculuk sergiledi. O masum, o ara bulucu, o bekleyen, o ikinci plana atılan kadını çok güzel ortaya çıkarmış ve çok sade, temiz bir oyunculukla göstermiş. Şerif Erol ise "adam yattığı yerden ne oynuyo be arkadaş" dedirten bir kıvamda. Bütün oyun boyunca sadece profilden görebildiğimiz babanın kendince haklılığı, buna rağmen ailesine mahcubiyeti, "ben buyum arkadaş, hep buydum" diyen özgür ruhu çok izlenesi ve beğenilesi duruyor sahnede.


 Dekora zaten diyecek lafımız yok.. Bütün detaylarıyla tam bir hastane odası. Oda kapısı açıldığında içerden gelen anons sesleri bile düşünülmüş. Zaten mikrofonlar sayesinde oyuncuların adımları, nefesleri bile duyulabiliyor. Dolayısıyla konuşmalar günlük tonlardan ve fazlasıyla gerçekçi. Yani sahneye hem uzaksınız hem yakın, hem soyutlanıyorsunuz hem dibine kadar içini yaşıyorsunuz. İşte bir yandan bunlar hep maddi imkan.. Diğer yandan yaratıcılık..


 Oyun sonrasında hava muhalefeti ve yorgunluk sebebiyle hemen dağıldık ve tek seçeneğimiz yine taksi kullanmak oldu! Oyun da biraz uzun olunca tabii o saatte shuttle falan kalmamış oluyor. Çileli başım! Kadıköy'e varana kadar gün döndü tabii.

Neticede oyun güzel, mekan uzak, Krek iyi hoş. Biletler Biletix'te mevcut ama ben kendilerinden alışverişi keseli uzun zaman oldu. Mekanı arayıp biletleri telefonda kredi kartıyla almanızı öneririm.


BABAMIN CESETLERİ / KREK

Yazan ve Yöneten: Berkun Oya
Prodüktör: Nisan Göknel
Işık: Cem Yılmazer
Oynayanlar : Defne Kayalar, Yurdaer Okur, Öner Erkan, Özge Özel, Şerif Erol, Ulaş Tuna Astepe


14, 15, 21, 22, 28 Şubat'ta Krek'te izlenebilir.

www.krek.net

12 Ocak 2014 Pazar

ÖĞÜT / EKİP TİYATROSU

Şimdi bilgisayarın karşısına geçtim ve düşündüm ; Ekip Tiyatrosu'nun kaç oyununu izledim ? Hmmm evet Largo Desolato var.. Şimdi bahsini açacağım Öğüt var.. Başkaaaaaa... Hmmmm.. Aaaa nası ya ? Başka yok mu ? O kadar mı izlemişim ? Hadi canım! Ben sitelerini bi açıyım bakıyım, kesin vardır da şimdi aklıma gelmedi.. Yok vallahi gerçek sadece 2 oyunlarını izlemişim. Peki neden sanki daha fazla izlemiş gibiyim ? İşte bu sorunun cevabı nerde gizli onu bile bilmiyorum!

Halbuki ekibe kendimi pek yakın hissetme halindeyim durup duruken. Sanırım Cem Uslu'yu başka oyunlarda da izlediğimden olabilir. Camianın gülü olduğumdan ödül törenlerinde falan karşılaştığımızdan olabilir.. Ödül töreninde benim ne işim var arkadaş ? : ))))))


Neyse efendim konuyu pek dağıttık toplanalım, kendimize gelelim. "Öğüt"ü izlemek için sevdiceğimi taktım koluma düştüm İkinci Kat yoluna. Biletimizi alıp Manda Batmaz'da çayımızı içtikten sonra camianın diğer gülleriyle birlikte fuayede beklemeye başladık. İçeri girdik, önlere ulaşmak için kibarca büyük adım hamleleriyle falan neyse ki üsturuplu bir yer edindik.


Cem Uslu tarafından yazılıp yönetilen oyun çook basitçe söylemek gerekirse bir aile dramını anlatıyor. Zaten bu dramatikliği oyunun fotoğraflarına bakınca da anlayabilirsiniz o suratlarla komedi oynayacak değiller! Fakat buradaki mesele yine inceliklerde! Hayatın içinden o kadar hassas bir yeri tutmuş ki, hak vermeden edemiyorsunuz.


Mutaassıp kızımız Mine (Sema Mumcu) ve zengin şımarık patron oğlu Erdem (Erman Bağrı) arasındaki münasebet ile başlıyor hikayemiz. İşin burasında biraz klasik fakir kız zengin oğlan hikayesi var ama Erdem'in Nuri Alço tavrının altında travmatik bir durum söz konusu.


Diğer yandan hasta anne kişisi (Sevil Akı) ve hasta anneye iğrenç davranan baba kişisi (Kerem Atabeyoğlu) ile haşır neşir oluyoruz. Aşkla başlayan bir hikayenin geldiği durumda kimin haklı kimin haksız olduğuna asla karar veremediğiniz, aşktan tükenmiş bir aile izliyoruz hüzünlenerek.

Ve bu iki hikayenin birleştiği yerde biraz tesadüfler biraz hayatın cilveleri çıkıyor karşımıza. Tanıtım yazısı diyor ki ; "Mutluluğumuzun sebebi nedir?... Trajedimizin sebebi nedir?... Kişi, arzuları için neler yapabilir?... İnsan mutlu olmak istiyor, mutluluğu için çabalıyorsa eğer, ne oluyor, nasıl oluyor da yaşamımız en beklenmedik anlarda bir trajediye dönüşebiliyor?"


Oyunun bizi bizden alan detayı ise bir erkeğin bir kadına "sen benim sevdiğim kadını öldürdün!" diye nefret kusması oldu. Yani hala aşık bir adamın, yaşayan ölü karısına serzenişi.. Yani kendinden vazgeçmenin aslında herkesten vazgeçmek olduğunu görememiş bir kadının bitmişliği..


Tabii hikayenin bu kısmından etkilenmemizin çok önemli bir sebebi de Sevil Akı ve Kerem Atabeyoğlu'nun muhteşem oyunculukları oldu.. O kadar ince düşünülmüş.. O kadar detayda yürünmüş.. O kadar ustalıklı oyunculuklar ki.. Gözünün bakışında, kaşını çatışında, bardağı tutuşunda ruh olan.. Ağzını silişinde, oğlunu sevişinde, televizyon izleyişinde can bulan.. O kadar keyifli.. O kadar gerçek.. O kadar.. Ne denirse artık.. Bak bana bile kafiye falan yaptırdı yani gerisini siz düşünün. :)

Oyundaki diğer oyuncular da bu iki duayen kadar olmasa da iyi oyunculuklar koyuyorlar ortaya.. Sadece bazen aynı sahneyi icra ederlerken aradaki tecrübe farkı görünür hale geliyor. Eeee tabii zordur şimdi Kerem Atabeyoğlu ile karşılıklı oynamak.. Sevil Akı ile aynı sahneyi paylaşmak.. Çok şanslılar!


Dekor çözümlerini  gayet beğendim, sık sahne değişimi olduğu için oldukça pratik bir dekor tasarımı yapılmış. Dekor tasarımcıları belli ki Legolarla pek vakit geçirmişler zamanında :)

İzlediğimiz ikinci Ekip Tiyatrosu oyununun hemen ardından, gözümüzü "Parti" oyununa dikerekten yolumuz devam ediyoruz. Hadi siz de geride kalmayın izleyin Öğüt'ü de! :)

Bu arada İkinci Kat'ta izlediğimiz son oyun da Öğüt oldu.. Olivio Han, otel yapımı için yıkılıyor.. Bir sahne daha kentsel dönüşüme kurban giderken biz de ancak arkasından bakıp iç geçirebiliyoruz..


ÖĞÜT / EKİP TİYATROSU
 2 Perde  /  Ara hariç 115 dakika.

Yazan ve Yöneten: Cem Uslu
Reji Asistanları: Simel Aksünger, Ayşegül Uraz
Dekor: Ertürk Erkek, Öner Serkan Şimşek
Işık Tasarım: Ertürk Erkek
Kostüm, Aksesuar: Duygu Yetiş
Orijinal Müzik: Doğa Ebrişim

Oynayanlar
ERDEM: Erman Bağrı
MİNE: Sema Mumcu
UMUT: Engin Aydın
ÂLİM: İsmail Sağır
HAYAT: Sevil Akı
ADAM: Kerem Atabeyoğlu 
 
 
13 Ocak 2014, Pazartesi
20 Ocak 2014, Pazartesi
27 Ocak 2014, Pazartesi
SAAT: 20.30
YER: Salon İKSV

24 Kasım 2013 Pazar

AİLE MEZARLIĞI / TİYATRO FOBİ

Öncekilerin aksine bu sefer, ne uzun zamandır takip etmişliğim vardı ne de isimlerini duymuşluğum. Sadece ekipte eski bir arkadaşımın yer almasından dolayı destek amaçlı koşturdum "Aile Mezarlığı"na. Yanımda da yine bir önceki oyuna da beraber gittiğim "plaza arkadaşım". Kendisini alternatif sahnelere alıştırmak ve sürekli izleyici yapmak peşindeyim, ilerleme fena değil. Ona "plaza arkadaşım" dedim diye biraz bozuldu ama okuyucuda merak uyandıracak bir karakter olacağının henüz farkında değil!

 

Neyse konumuza gelelim. İşten çıktık koştura koştura yemek yedik oyuna aç aç girmeyelim dedik. Ooohh üstünüze afiyet bir de tatlımızı yedik, üstüne de sahnenin hemen önünde çayımızı bile içtik!
Oyun öncesi arkadaşımla ufaktan hasret giderdik, plaza arkadaşıma da Şermola ile ilgili kısa bilgilendirmemi yaptım. Ardındaaaan şaşkoloz gibi "ay hangi kapı, nerden giriyoduk" falan diyerekten nihayet içeri girdik.


Bu yıl AltFest'te prömiyer yapmış bir oyun "Aile Mezarlığı". Halbuki grubun ismi bana pek tanıdık gelmemişti. Açtım baktım, meğer 2011 yılının sonlarında kurulmuş, 2012'de ilk oyunlarını oynamış bir ekipmiş. Kendi adıma yeni bir ekiple tanışmaktan memnuniyet duydum.


Oyuna gelirsek.. Aile Mezarlığı 3 arkadaşın dertleşme gecesi.. 3 farklı aile yapısı, 3 farklı travmatik durum söz konusu. Travmatik diyince oyunu travmatik sanmayın, oyun değil sadece durumlar :) Kankalardan birisinin babasının yakın zamanda ölmüş olması üzerine, acısını paylaşmak üzere evde içmece organize ediliyor. Kankalar asosyale bağlayan arkadaşlarını kendine getirmek için "rakıyı gömelim" diyorlar. Emre'nin derdine derman olmak üzere başlayan gecenin devamında Fırat ve Görkem de kendilerini "anlatan" kişi olarak buluyorlar.


Oyunun tanıtım yazısından da anlaşılacağı üzre ailevi sorunların temel kaynağı babalar. Yani Emre'nin babasını gerçek anlamda gömerken, diğer iki babayı da mecazen gömüyorlar. Zira onlarla içsel bir hesaplaşma söz konusu. Mevzu baba ve oğullar olunca da tabii erkek muhabbetinin dibine vuruluyor, testosteron seviyesi tavan.


Oyun metni, aynı zamanda yönetmen olan Şirin Öten tarafından kaleme alınmış. Kendisi araştırabildiğim kadarıyla oldukça tecrübeli bir oyuncu ve dramaturji mezunu. Oyuncunun dilinden anladığı belli bir yazar.. Birçok oyuncunun gözünün kalacağı karakterler yazmış, erkek olma durumunu iyi analiz etmiş. Çok atla deve bir mevzu değil, bildiğimiz gördüğümüz şeyler ama bir arada güzel durmuş. Bunun bir içki gecesinde bağlanmış olması da beni keyiflendirdi açıkçası :)

Amma velakin oyuncular bu metin avantajını daha iyi kullanabilirmiş.. Daha iyi oynansa tadından yenmezmiş.. Metin ve sahneleme bu kadar gerçekçiyken oyuncuya çok iş düşüyor arkadaş! Durumun tüm inandırıcılığı bir anda tepetaklak olabilir. Oyun ilerledikçe açıldılar gibi hissettim aslında ama daha tutarlı olunursa daha iyi olur sanki.. Aralarında en başarılısı Fırat rolündeki Erdal Baran Şahin.


Sahnelemede de kafama takılan bazı şeyler olmadı değil. Mesela herşey bu kadar maskülen iken o futbol toplarından her karaktere bir tane vermeye gerek var mıydı ? Oyunun gerçekçiliği ile biraz çelişiyor. "Kendi golünü atmak" gibi metaforik mesajlara gerek var mıymış çok bilemedim. Oyunun sonu da biraz bu duruma benzer.. Seyirciyi bile gerçek olarak varsaydığınız bir durumda bu son biraz film karesi gibi oldu benim için.


Oyunun sizi ters köşe yapan bir tarafı var, onu çok beğendim! Hahahah tabii ki yazmıycam ne olduğunu :) Ama durumun oyun içine yedirilmesini ve bu hususta abartılı oyunculuktan kaçınılmasını takdir ettim.
Bazı şeyler "abi evet erkeklerle ilgili başka ne var? Tamam onu da ekleyelim" denmiş ve yerleştirilmiş gibi duruyor. Bir de "iyi rakı içen oyuncu arıyoruz" ilanı ile oyuncu seçmesi açılmış deseler inanırım! Burada tek hassas nokta, izleyici olarak bu "nasıl da içiyolar arkadaş!" mevzusuna takılıp konudan uzaklaşma riski. Yanımdaki beyfendiyi de arada kendi kendine bunula ilgili söylenirken yakaladım! :)

Tiyatro Fobi ile tanıştığıma tekrar memnun oldum. Umarım yeni yeni yerli metinlerle karşımıza çıkmaya devam ederler.
Siz de kendileriyle tanışmak istiyorsanız ya da "tanışıyoruz zaten" diyerek beni eziyorsanız Aile Mezarlığı 29 Kasım'da Şermola Performans'ta. Aralık ve sonrası için ise facebook sayfalarından takip edebilirsiniz ; https://www.facebook.com/TiyatroFobi



AİLE MEZARLIĞI / TİYATRO FOBİ
(Tek perde, 90 dakika)

yazan & yöneten/ şirin öten
oyuncular/ burak akyol mert güçkıran erdal baran şahin
reji asistanları/ izzet otru pınar saatçi
tanıtım videosu : http://www.youtube.com/watch?v=rzNOCzKjsVI

10 Kasım 2013 Pazar

EMEK SAHNESİ SUNAR.. KÜSKÜN MÜZİKAL

Emek Sahnesi her daim gözdemdir, çok az yerde böyle sıcak karşılama, böyle içten gülümseme görürsünüz. Orada oyun izlemeye karar verdiğimde bile mutlu olurum. Bir de rezervasyon yaptırırken telefonda adımı söyledikten sonra "aaa meraba ya naber?" dediler mi "her zamankinden" diyebildiğim mekanların samimiyetini hissederim. Aman yarabbi duygusallaştım, tutmayın ağlarım.

Aman canım size ne işte severim sevmem de yani Küskün Müzikal'e de gitme hevesim bundandı, ondan anlatmış olayım :)

Engin Alkan müzikal yazmış yönetmiş, hem de Emek Sahnesi'nde? Müzikal? Emek? Sahnesi? Kaç metrekareydi yaw orası ? Hayır içini de baya yakından gördüm aslında ama.. Müzikal.. Hmmm.. gibi düşünceler kafamda uçuşmaktaydı..

Plaza katından arkadaşımı taktım koluma, yine koşar adım yetiştiğimiz oyuna doğru sürükledim. Taksiden inip soluk soluğa gişede bulduk kendimizi ve Basil'i kutsal mekanında bulduk. (Basil Emek Sahnesi'nin demirbaşlarından :) ) Biletleri aldık ve neyse ki seyirci alınmadan birkaç dakika öncesinde fuayedeydik. Çok isabetli tercih ettiğimiz yerimize oturduk ki ne göreyim! Sahneyi öyle bir hale sokmuşlar ki 5 kat büyümüş gibi olmuş. Yani 5 kat dediysem tabii aklınıza ŞT sahneleri gelmesin, bu da kendi çapında 3-5 kat işte :)

Çalgılı çengili oyunumuz başladıııı ve 2 perde olmak üzere neredeyse 3 saat sürdü. Haberiniz olsun, planınızı programınızı ona göre yapın!


Küskün Müzikal Engin Alkan'ın bir uyarlaması. Aslı Carson McCullers isimli 1900'lerin ilk yarısında ABD'de yaşamış bir hanım yazarımıza ait bir eser. Bu eserden yola çıkan Engin Alkan müzikalleştirdiği bir metin sunuyor izleyene. Bu sefer müzikleri de kendisi yapmış ve koreografiyi de ŞT'de de daha önce birlikte çalıştığı Senem Oluz'a teslim etmiş.

Oyunun baş kişisi mendebur Zakkum Hanım. Kendisi hayata küsmüş ve zaten canından bezmiş olan tüm kasabayı yaptığı benzersiz şarapla kendine esir etmiş. Arkasından ballandıra ballandıra dedikodusunu yapıp söylendikleri Zakkum Hanım akşam olup da şarap servisine başlayınca kapısında el pençe divan olan kasabalı evlere şenlik.



Bir gün Zakkum Hanım'ın ucubik akrabası Kuzen süüpriiizz diyerekten ortama giriyor. Zamanla mendebur hanımı insanlara az biraz, zorla da olsa, gözünün ucuyla falan bakar hale getiriyor sevgili kuzeni. Tam bu noktada Zakkum'un eski belalısı Kesik ortaya çıkıyor ve Zakkum'u intikam hırsı kaplıyor. Bütün bunlara şahit olup olayları fiştekleyip gazlayan kasaba halkı da işin tadı tuzu.
Sonrasını izleyince görürsünüz, daha anlatmicam.



Şaka bir yana, çalgılar, çengiler ve de danslar ile şenlendirilmiş oyun 3 saat falan ama kendini izletiyor. Öncelikle sahne tasarımı çok başarılı, küçücük sahneye dünyaları sığdırmışlar. Ergonomik ana alan evrilip çevrilip bütün sahnelerin merkezi olaraktan oyunu götürüyor, çok iyi tasarlanmış. Sahne küçük dedik ama yani alt giriş, yan çıkış, üst kaçış derken her nokta değerlendirilmiş. Grotesk makyaj-kostüm tasarımı, oyun tam anlamıyla grotesk olmasa da sahnede iyi duruyor. Danslar çok eğlenceli ve yerli yerinde olmakla birlikte bana birazcık İstanbul Efendisi tadı verdi, Senem Oluz iki oyunun da koreografı olduğundan olabilir. Bu fikrimi destekleyen pek olmadı ama ben öyle hissettim. Onun danslarını da beğenmiştim, bunu da beğendim neticede :)

Orkestra çok sempatik, oyuna ara ara katılımları keyifli. Oyunun yapısına uyar uymaz bunu tartışmak bana düşmez, seyirlik olarak baktığımda beni gülümseten anlardı.



Ama asıl oyunu tadından yenmez hale getiren şey, oyunculuklar. Birbirinden iyi oynayan oyunculardan oluşan bir ekip izliyoruz sahnede. 3 isim benim için ön plandaydı ; Pınar Yıldırım (Zakkum), Kuzen (Edip Tepeli) ve Zeynep Çelik (Battal Sefa). Karakterler çok iyi ifade ediliyor, çok temiz ve net oynanıyor. Hiçbir detay kaçırılmamış, oynadıkları her dakika, her saniye karaktere ait bir şeylerle dolu. Söyledikleri şarkılarda da karakterden en ufak bir sapma yok. Zaten işin güzel yanı da bu! O şarkıyı Pınar değil Zakkum söylüyor, Edip değil Kuzen söylüyor. O zaman inandırıcı oluyor, o zaman bütünlük sağlanıyor. Oyun boyunca bir saniye bile atmosferden uzaklaşılmıyor.

"Aşk için neler feda edilebilir ?" "Fedakarlık nerde başlar nerde biter ?" "Minnet duygusu nedir ?" "Aşk minnetten üstün müdür ?" gibi ulvi soruların yanında, "Bıyıklı kadınlar da ev yemeği yapabilirler mi ?" "Toplum kambur kişileri dışlar mı?" gibi aklınıza gelmiycek sorulara da oyunda cevap bulabilirsiniz. Aşk, ihtiras, intikam hep bu oyunda! : )))))))))))))



Küçük sahnede büyük oyunlar oynayan bu ekibi çok kutluyorum. Çok güzel bir ekip olmuşsunuz, çok imrendim! Engin Alkan'ın ellerine sağlık oyunun yazanı, yöneteni, müzikleyeni, dekor tasarımcısı olarak birçok şeye el attığı izlemesi süper keyifli bir oyun olmuş.

Bu sezon izlediğim ilk oyundan bu kadar mutlu ayrılmak ne hooş!
Siz de izleyin siz de bir hoş olun, keyiften sarhoş olun.

NOT: Bu arada plaza arkadaşım oyunda göz yaşlarına hakim olamadı. Canım yaaaa nası da duygusaldır. Benim gibi olmayın siz, onun gibi olun. Duygusal iyidir.


KÜSKÜN MÜZİKAL / Emek Sahnesi

Yazan-Yöneten-Müzik : Engin Alkan
Koreografi : Senem Oluz
Kostüm Tasarımı : Çağla Yıldırım-Merve Arun
Kostüm Uygulama : Gaye Kızılışık
Dekor Tasarım : Engin Alkan
Dekor Uygulama : Zeki İlyas Kızılışık
Oyuncular:
Zakkum : Pınar Yıldırım
Kesik : Mert Şişmanlar
Kuzen : Edip Tepeli
Battal Sefa : Zeynep Çelik
Zifir : Hande Ağaoğlu Kaplan
Kıymık : İbrahim Ersoylu
Mıhbey : Caner Erdem
Kurşet : Hasan Karakurt
Orkestra Üyeleri
Orkestra Şefi – Keman : Hivda Zizan Alp
Klarnet : Merve Sarıkaş
Kanun : Toygun Can
Bass-Elektro Gitar : Zeki Berk Ulu
Perküsyon : Öner Coşkundere

Emek Sahnesi : Uzunçayır caddesi Doğançay işhanı No 29/1 Hasanpaşa-Kadıköy/ İstanbul
                          0 216 / 545 73 76

20 Ekim 2013 Pazar

EDINBURGH 2013



Yeni sezona adım atmadan evvel Fringe izlenimlerimden bahsedeceğimi bir önceki iletimde belirtmiştim. Her sezon başı olduğu gibi yine üzerimdeki atıllığı atabilmek için çalışmalarım sürüyor. Keyfim yetti de geçtim klavye başına.

Amaan arkadaş iyi ki de gittim festivale, görmemişin Fringe'i olmuş tutmuş sündürmüş, anlatmış da anlatmış. Festival günlüğümü yazayım da herkes rahatlasın bu bahsi kapatalım artık önümüzdeki seneye kadar.

Vasat işler görmekle birlikte, enteresan işler de gördük. Yüzlerce oyun içinden düşünüp düşünüp seçmek çok zor. Gitmeden ciddi bir ön çalışma gerektiriyor bu iş, o da seneye işalla! El yordamıyla seçtiklerimizden bahsetmeye değer birkaç tanesinden bahsedeyim isterim.

EVERYMAN - Splendid Productions
  İzlediklerimin en iyilerinden birisiydi! Saat sabah 11'de olması sebebiyle insanların hafif mahmur girdiği salonda güzelim 3 oyuncu kapıda karşılıyordu seyircisini. Merhabaaa, hoşgeldiniiizz, sizi şöyle buyur edelim efendiiimmm gibi bir girişle yüzümüzde bir gülümseme oluştu girer girmez. Clown tiyatrosu (böyle bir kavram var mı bilmiyorum, artizlik için yazmadım ) kıvamındaki ekip 3 kişi. Everyman ise oyunun ana karakteri. Everyman bir gün Tanrı ile karşılaşıyor ve kabaran hesap defteri sebebiyle sorgulanıyor. Tanrı diyor ki evladım git kendini akla, becerebilirsen. Everyman de hayatıyla bir hesaplaşma içine giriyor v Tanrı karşısına onunla birlikte çıkacak, onu yalnız bırakmayacak birisini arıyor. Ekip bu hikaye üzerinden bizi "aynı" yapan 7 şeyi anlatıyor. Seyirciyle iletişimi hiç koparmıyor, arada kendileri çalıp kendileri söylüyorlar. Çok güldük, çok eğlendik, çok beğendik. Oyunculuklar süperdi! İçimden keşke İKSV bu ekibe ulaşsa da festivalde getirse, hatta atölye yaptırsa diye geçirdim durdum. Aşağıdaki linkleri ziyaret edebilirsiniz..
http://www.youtube.com/watch?v=q4ifCWa3aW4
http://www.youtube.com/watch?v=slGPQOpt3qc
http://www.splendidproductions.co.uk/


HISTORIE D'AMOUR - Teatrocinema
İlk defa izlediğim ve izlemekten acaip keyif aldığım bir teknik ile sahneleniyor oyun. King's Theatre'da izlediğimiz oyun, sinema ve tiyatroyu birleştiriyor ve üç boyutlu olarak bize sunuyor. Sahnede adeta bir çizgi roman izliyoruz, üstelik içinde iki gerçek oyuncu ile. Sahnedeki iki ince perdeye nereden ne yansıttıklarını tabii ki anlayamadım ama iki oyuncu dışındaki herşey perdede üç boyutlu bir çizgi roman gibi izletiliyor. Sinema mı tiyatro mu izliyosunuz, yoksa koca bir çizgi romanın içinde mi geziyosunuz belli değil. İnsan kendini öyle bir kaptırıyor ki, sahnede hikayeyle birlikte akıp gidiyorsunuz. Teknik olarak çok acaip olmakla birlikte, oyunculuk tekniği olarak nereye oturduğunu hiç kavrayamadım. Üç boyutlu bir görüntünün içinde oynamak, oradaki şişeyi eline al-ıyor gibi yap-mak nasıl bir iştir ? Nasıl bir disiplin, nasıl bir konsantrasyon, nasıl bir çalışma ister ? Anlatılan hikaye çok ahın şahım değildi açıkçası. Güzel noktalara temas etmekle birlikte aynı şeyi bin defa tekrar ettiği için biraz tekdüzeliğe düşüyordu. Bir kadına saplantılı derecede aşık bir adam, bu kadına tecavüz ediyor. Kadın ise bundan şikayetçi olup kaçmakla birlikte adama garip bir tutkuyla bağlanıyor. Diğer yandan adam dışında hayatında yapayalnız olduğu için sapıkça bir içgüdü ile ona bağlanıyor. Adamın kadına tecavüzü, kadının kaçışı, adamın onu tekrar buluşu, kadının teslim olup sonra tekrar kaçışı derkeeeeen üç-dört tur atıyoruz bu döngü içinde. Oyun İspanyolca, İngilizce üst yazılı olmasına rağmen izlerken konsantrasyon kaybı bile olmuyor çünkü o görsellik sizi hapsediyor. Şili'li ekip tarafından yaratılan bu teknik, ekibin o zamandan beri oyunlarında kullanılıyor. Daha önce de Edinburgh'ta başka bir oyunlarıyla yer alan Teatrocinema 2007'den beri bu teknikle oyunlar sahneliyor. Keşke bizim festivale de gelse.. Aşağıdaki linklerden faydalanabilirsiniz ;
http://www.teatrocinema.cl/
http://www.youtube.com/watch?v=SonsSLtm10E
http://www.youtube.com/watch?v=lmQxsN0DJ04

Photo: Montserrat Antequerra

THE BRIDGE - Written and performed by Benjamin Scheuer
Bu güzel suratlı arkadaşımız Amerika'dan gelmişti.Tam olarak oyun da diyemeyeceğimiz şarkılı anlatımlı performansı o kadar içtendi ki gözler doldurdu. Kendi hayat hikayesini 13 şarkılık bir albüm yapmış. Sahnede de hikayesini anlatırken yeri geldiğinde gitarını eline alıyor, şarkısını söylüyordu. Bu da bir hikaye anlatım yolu demek ki.. Beğendik, alkışladık, eleştirmenlerden de çok olumlu yorumlar almıştı kendisi.


LEAVING PLANET EARTH - Grid Iron Theatre Company
International Festival kapsamında dahil olduğumuz bu değişik oyun, seyircilerin bir konferans merkezinde toplaşmaarıyla başladı. Herkese birer verici takıldı. Elimize parmaklarımızdan geçirmek suretiyle takılan ışıklı zamazingolar. Uuu onları takınca dedik ki bizi takibe aldılar herhalde nabzımızı falan ölçücekler. Grubu üçe böldüler, tur otobüslerine bindirdiler. Nasa görevlisi gibi giyinmiş (aynı zamanda Gora filmindeki uzaylı tipler gibi tipler ) bir hanım ayağa kalktı dedi ki hoşgeldiniz sevgili dünyalılar, dünya gezegeniyle artık işimiz bitti. Siz dünyadan kurtulan son şanslı kişilersiniz, şimdi sizi hayatınızın geri kalanını geçireceğiniz "Yeni Dünya"ya götürüyoruz. Buyrun dedi izleyin nasıl bir iş bu. Otobüste 15 dakika kadar projenin yaratıcısı bilim insanı bize video ile bu işin nasıl olduğunu anlattı. Efendim sonra indik otobüslerden, bir tırmanış merkezine gelmişiz. Burada bizi odadan odaya sokaraktan bundan sonra yaşayacağımız "Yeni Dünya"yı tanıtmaya başladılar. Ara ara da ışıklar değişiyor ve seyirci konumuna geçerek oradaki çalışanların muhabbetlerine şahit oluyorduk. Sonraki birkaç saat boyunca odalar gezip hikayeler dinledikten sonra bizi tırmanma merkezinin ortasına, yapma dağların arasına götürdüler. Dev gibi dağların arasında hakikaten görkemli bir ortam. Alttan verdiler müziği, havaya da girdik. Sonra proje yaratıcısı bilim kişisi çıktı "Evita"vari bir konuşma yaptı. Üstümüze yağan konfetilerle eski dünyanın kapanışı, yeni dünyanın varoluşu kutlandıktan sonra bizi otobüslerle şehire geri götürdüler. Güzel düşünülmüş enteresan bir iş, fakat iyi oyuncular seçin be yavrum! O kadar masrafa girmişler ama hikayelere ısınamayınca işin tadı kaçtı. Siz siz olun ne oynarsanız oynayın yeter ki iyi oynayın.
http://www.leavingplanetearth.com/



Gördüğüm, bu yazıda detay vermediğim diğer oyunlar ;

* Jekyll&Hyde - Flipping Theatre
* Alice In Wonderland - Oxford University Dranatic Society
* Killers - Boys of The Empire Productions
* Eugenie Grandet - Hartshorn - Hook Productions
* Red Bastard - Eric Davis