30 Mayıs 2011 Pazartesi

NEVERLAND – THE CLUB

Bu haftasonu yine 1 müze – 1 oyun günümüzü yaptık. Öğlen vakitlerinin hemen sonrasında buluşmuş idik. Türvak 6 da kapandığı için müze gezimizi hemen yaptık. Türvak Sinema Tiyatro müzesi gezildi, oyundan önceki 3 saati değerlendirmek için bir mekana çöküldü.

Birtakım yemekler, içmekler, şakaların ardından 21:00’daki oyun için İkinci Kat’ın yolu tutuldu…

Biletlerimizin birtakımını önceden aldığımız Neverland’in yazarı ve yönetmeni Cihan Sağlam, arkadaşımızın arkadaşıdır. Arkadaşımız Barış Kıralioğlu’dur. Hatta geçtiğimiz yıllarda bu iki arkadaşımızı “Kırık Testi” isimli oyunda birlikte izlemişliğimiz de vardır.

Neverland prömiyer yaptığı gün Barış bacak ve bel ağrılarıyla kıvranmaktaydı, o nedenle prömiyerde bulunamadık. Ameliyat sonrası Barış Bey ortamlarımıza teşrif ettiğine göre dedik ki artık gidelim görelim!


İkinci Kat’ın merdivenlerindan ağır ağır çıkarken kalabalığın sesi gelmeye başladı. Bütün biletler satılmış, bütün köşeler kapılmıştı! Kapının açılmasıyla içeri hücum ettik ve içerideki onlarca sandalyeye bakakaldık. Bunların hepine oturulmaz herhalde derken, bir de baktık ki gerçekten hepsine oturuldu. Sahnenin bütün çevresi ve ortada 2 sıra seyirci, mekanı doldurup taşırdı adeta.

Oyunun en önemli özelliği ilk defa profesyonel bir oyunda down sendromlu bir arkadaşımızın (Tan Aytıs) oyuncu olarak yer alıyor olması. Başrolü de Öykü Başar ile paylaşıyor. Yaşam Kaya ise oyunun basın danışmanı olarak karşımıza çıkıyor. Öykü Başar ve Yaşam Kaya da down sendromlulara verdikleri eğitimden tanışıyorlar. Böyle de iç içe bir durum, süper!

Oyuna gelirsek.. Neverland, masalların dünyasıyla haşır neşir olmuş bir abla-kardeşin evlerinin bodrumunda geçiyor. Babalarının yaptığı heykeller ile vakit geçirip hikayelerine onları malzeme yapıyorlar. Bulundukları bodrum ise iç savaş sebebiyle aslında bir sığınak.

Broşür edinemedim fakat tanıtımlardan bir alıntı yapmak isterim ; “Belirsiz bir zaman ve mekan.. Toplum damgalılar ve damgasızlar olmak üzere ikiye ayrılmış.. Yönetim damgasızların elinde.. Bir ev.. Anne ve baba.. Hayalci bir kardeş ve büyümek isteyen sorunlu bir abla.. İç savaş.. Toplama kampları.. Hareket halindeki içi asker dolu bir kamyon..Bir bodrum kat..Çocuklar anne tarafından oraya saklanmış..Bodrum soğuk ve pis kokulu..Fareler ve ensenize damlayan su damlaları.. ”



Şimdiiiiii oyunu şöyle bir değerlendirmek gerekirse.. Beğendiğim ve beğenmediğim noktalar mevcut.. Öykü Başar’ın oyunculuğunu beğenemedim.. Duygu geçişlerini çok kopuk buldum, beni oyuna çekemedi, konsantre edip metnin içine alamadı.. Ama aslında göründüğünden çok daha iyi bir oyuncu da gibiydi, bilemedim.. Acaba oyunla ilgili bir sorun mu oldu ki ?

Tan Aytıs çok sevimliydi oyunda olmasından mutlu oldum :) Komutan Tuğrul Karanfil’i başarılı buldum. Oyunun, seyircileri oyuna alet etme şeklini de beğendim, güzel bir rejiydi. Dekor olarak kullanılan tavanda sarkan heykeller de amaca hizmet eder nitelikteydi. Ambians güzeldi.

Fakat ben oyunun metnini biraz zayıf buldum. Algılamakta ve bağdaştırmakta zorluk çektiğim birçok şey oldu. 45 dakika kadar süren oyunun son 20 dakikasında 3 konuşmanın aynı anda vuku bulması beni bitirdi! Hiçbirini anlayamadım.. Ayrıca oturma düzeni dolayısıyla izleyemediğimiz sahneler oldu, bundan da pek hoşnut kalmadım. Hatta yanımdaki arkadaşımın önünde bir asker dikildiği için oyunun bir kısmını göremedi.. In-yer-face şiddet sahnelerini fazla abartılı buldum. Metne hizmet ediyor olsa, gerçekten bu kadar gerekli olsa anlarım ama sadece ve sadece gereksiz gerginlik yaratmaktan başka işe yaramamış bence.. Belki de fazla uzun olduğu içindir.. Neyse ki bizim görmediğimiz köşede oynandı bu sahneler..

Değinmek istediğim ayrı bir konu da iç savaş zamanı bir kadın askerin nasıl bu kadar makyajlı ve bakımlı olabildiği..

Her şeye rağmen genç bir yazar-yönetmen oyunudur. Ülkemizde oyun yazarlarının azlığından muzdarip olduğumuz bir döneme gelmişken, bunlar güzel girişimlerdir. Hele ki başka bir yürekli hareket olarak, down sendromlu bir bireyin sahnede neler yapabileceğini kanıtlamış olması ayrıca takdir edilir. Gidilir, izlenir, destek olunur.

İyisiyle kötüsüyle bir Neverland’i izlemiş olduk. Sürç-ü lisan ettikse affola..


NEVERLAND - THE CLUB

Yazan – Yöneten : Cihan Sağlam

Supervisor : Murat Atak


Sahne Tasarımı : Efter Tunç

Işık Tasarımı : İ. Önder Arık

Kostüm Tasarımı : Necla Koca

Heykel Tasarımı: Ferda Yüksel

Ses Tasarımı: Ozan Akın

Ses Miksajı: Murat Yılmaz

Basın Danışmanı : Yaşam Kaya

Görsel Tasarım: Murat Miroğlu, Ahmet Korkmaz

Video Tasarım: Cihan Sağlam

Tanıtım Fotoğrafları: Catography

Proje Asistanları : Başak Mutlu, Hale Eker

Oyuncular: Tan Aytıs, Öykü Başar, Tuğrul Karanfil, Ezgi Karaca, Fatih Altun, Yusufcan Sancaklı, Kemal Aydın, Enis Alper Yapıcı

22 Mayıs 2011 Pazar

27. GENÇ GÜNLER -2 "AYAK BACAK FABRİKASI"

Genç Günler kapsamında izlediğim bir diğer oyun Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Kulübü tarafından sergilenen “Ayak Bacak Fabrikası” oldu. Daha önce 2 oyunlarını izlediğim bu ekibin oyunu yine beni hayal kırıklığına uğratmadı!

İşten çıkıp koşturmak suretiyle Kerem Yılmazer Sahnesi'nde aldım soluğu. Genç Günler oyunları 19:30 da başladığı için bir miktar felek şaşması yaşadım ama idare ettik.

Kalabalık bir kadroyla oynanan oyunun metni sahnelenmesi kolay olmayan metinlerden birisidir aslında. Buna rağmen akıcılığını kaybetmeyen bir oyun izletti bize ekip. Burda büyük pay yönetmen Arda Öztürk’ün aslında. Daha önce de kendisinin yönettiği Oyun Nasıl Oynanmalı’yı izlemiştim. İki oyun da Grotesk bir anlatımla sergilenen oyunlardı.

Grotesk nedir ? Wikipedia der ki ; “Grotesk, varlıkların absürd (sıra dışı) özelliklerle yeniden tasviri ile dünyaya ait olmayan bir olgu haline getirilme sanatıdır.”


Peki Ayak Bacak Fabrikası ne anlatır ? Egemen güçlerin (siyasal ve dini ) belirleyiciliğiyle ilerleyen toplumsal ilişkileri görürüz. Açlık ile yaşayan halk, derebeyleri ne derse yapmakta, ölmektense kara tohum ile beslenmeyi göze almaktadır. Çünkü derebeyleri der ki kutsal balıklar buğday olmazsa öleceklerdir ve halk elindeki bütün buğdayı devlet elinden kara tohum ile değiş tokuş etmelidir. Buğdaylarını getirmeyenler vatan haini ilan edilecektir! Kutsal balıklar ise hayattır, memattır! Kara tohum ile beslenen halk ise kötürüm olmaya başlar ve dost ülkelerden gelen yardım sandıklarından ayaklar ve bacaklar çıkmaktadır.

Ekip çok başarılı bir iş çıkarmış. Oyunu izlenebilir hale getiren reji ise zeka pırıltıları içermekteydi. Topunuzun eline sağlık gençler! Üniversite ekiplerini izlerken içimde biraz tereddüt olur genelde ama Yeditepe Üniversitesi dendiği zaman bu tereddüt beni terkediyor.


Oyun bir daha sergilenir mi bilemiyorum. Ama eğer bir yerlerde rastlarsanız izlemenizi tavsiye ederim!

17 Mayıs 2011 Salı

27. GENÇ GÜNLER – 1 JACQUES İLE EFENDİSİ

İBBŞT 27. Genç Günler Festivali kapsamında izlediğim ilk oyun ; Jacques ile Efendisi (Galatasaray Üniversitesi )

Aslında festival tarihi, o kadar önceden planlanmış tarihlerimle çakışıyor ki tahminimden az oyuna gidebiliyorum. O gün de niyetim Müsahipzade'ye gidip "Sobe"yi izlemekken, yetişemeyeceğimi anladığım noktada rotamı Kadiköy Haldun Taner Sahnesi'ne çevirdim. Koşa koşa yetiştim ve kırmızı koltuklardaki yerimi aldım.

Milan Kundera’nın bir oyunu olan Jacques ile Efendisi, bir çeşitleme olarak sunuluyor. Gerçekten de adının tam anlamıyla efendi değiştirmekten bir hal olmuş Jacques ile efendisinin hikayesi. İki kahramanımızın ayrı ayrı hikayelerini izledik. İlk aşkını anlatacakken binbir hikayenin içinde kaynolan Jacques ve safkan efendisi hikayelerini anlatırken arkadaki platformda canlandırmalar görüyoruz. Arada kahramanlarımız platformdaki hikayelere katılıp canlı canlı anlatmaya başlıyorlar.

Ortalarda bir yerlerde akıcılığı sekteye uğrayan oyunda, han sahibesini oynayan arkadaştan bir miktar şikayetim vardı aslında. Fakat oyun sonunda plaket alırlarken açıkladılar ki bi bu bayan oyuncu role 9 saatlik bir prova ile hazırlanmış. Zira asıl oyuncumuz ani bir sakatlık geçirdiği ve ayağı alçıda olduğu için oynayamamış. Bu nedenle kendisinden şikayet etmiyorum, eline sağlık diyorum :)

Ortalama oyunculuklarla icra edilen oyunda yine ortalama reji uygulamaları vardı. Oyuna hizmet eden kostümler, fransızca isimleri fazlaca yerinde telafuz eden oyuncularla orta izlenilirlikte bir oyun izledik.

Festivale katkılarından dolayı İBBŞT, Galatasaray Üniversitesi oyuncularına plaketini takdim etti, ben de kendilerine teşekkür ediyorum.

Ben kim oluyosammm ? :)