30 Ocak 2011 Pazar

AYNADA KENDİYLE KARŞILAŞAN MİLYONLARCA AYNA

Farketmiş olmalısınız, bir süredir yeni nesil tiyatro oyunlarında birtakım değişklikler var.. İtalyan sahne dışında alternatif mekanlar açılıyor, bu mekanlara göre oyunlar tasarlanıyor.. Rejiler farklılaşıyor.. Ne güzel di mi ? Böyle farklı işler seyretmek, ileri gittiğimizi görmek ne güzel..

Zaten farkındasınız ki bir süredir yazılarımda “Veeee perdeee..” diye bir bölüm yok :) Çünkü artık perde açılmıyor.. Artık ön oyunlar var.. Seyirciyi salona girmeden içine alan gösteriler var.. Evet değişikli işler severiz, “Aynada Kendiyle Karşılaşan Milyonlarca Ayna” da bunlardan birisi.


Oyun, Yezdan Kayacan tarafından “Inside” isimli kısa filmden uyarlanarak yazılmış ve yönetilmiş. Inside, birçoğumuzun izlediğini tahmin ettiğim, çoklu kişilik bölünmesi üzerine 5 dakikalık bir kısa film. Hastamızın içindeki kişiliklerin görünür halleri ve çatışmaları, hastayı yiyip bitirmeleri..


Burda olay şu ki Yezdan Kayacan 20’li yaşlarının başında, konservatuarın birinci sınıfında gencecik bir birey. Sen kalk 5 dakikalık bir kısa filmden hareketle 50 dakikalık bir oyun yaz, üstüne bir de bu oyunu yönet.. Hem de hayran bırakan bir reji sergile.. İnsanın hayreti şaşıyor..


Yapmacık olmaya gerek yok.. Bazı insanlarla sevgi ve nefret arasındaki ince çizgide yürütürsünüz ilişkinizi. Yezdan ve ben de böyleyiz işte.. 1 yılı aşkın süredir birlikte baya vakit geçirdik, güzel bir projeyi hayata geçiren ekibin parçaları olduk.. Buna rağmen ben bu çocuktan böyle güzel bir iş çıkacağını tahim etmemiştim.. Yezdan, beni çok şaşırttın çocuk! :)

Şimdiii oyundan bahsetmek gerekirse, hikayemizi baştan alalım..

Oldukça kalabalık bir grupla izledik oyunu, 8 kişiydik sanırım. Mekan Artı’ya da ilk defa gideceğimiz için oldukça meraklıydık. Akbank’ın sokağından girince “nerdeyiz biz?” diye bir bakındık birbirimize.. Mekanı arar gözlerimiz ve sözlerimizden dolayı aynı amaçla sokakta yürümekte olan Cünyt Türel bizi farketti ve dönüp o buğulu sesiyle “Siz de mi Mekan Artı’ya gidiyorsunuz ? “ dedi.. Sonraki 4 dakikada Cüneyt Türel ile beraber yürüdük ve mekana ulaştık. Biraz mahalle arası, apartman altı olan mekanı garipsemedik desem yalan olur :)


İçerisi mumlu ambiansı ile ilginç ve sahneden gelen yüksek sesli müzik ile merak uyandırıyordu. Oldukça hard core müzik eşliğinde sahneye girdik ve 50 kişilik salondaki sandalyelerimize yerleştik. Bu sırada oyuncular sahnede bir poz oluşturmaktaydı.

Süper bir ışık oyunuyla başladı oyun. Göz kamaştıran ve etkileyici bu girizgah sonrası hastamızın içindeki bölünmüş çoklu kişilikleri tanımaya başladık. Ana tema, çarpıcı bir hikayeye bağlanmış ve detayları ilmek ilmek işlenmiş. Oyun süresinde ışık yine çok etkili kullanılmış. Etkileyici sahneler kurgulanmış, zekice birbirine bağlanmış.


Yine gencecik bir kadrodan oluşan oyuncular çok başarılı. Başrolde izlediğimiz Ulaş Akşit özellikle göze çarpıyor, fekat ekip bütününde çok umut vaadeden bir ekip.. Efekt tasarımda ise yine bilindik bir isim ; Burçak Çöllü :)

Broşürde oyundan bir bölüm yer alıyor ve bunun da bir bölümünde diyor ki ; “Küçük holümüzde yürürken annemle babamın birbirlerine sarılarak ağladıklarını görmüştüm. Babam annemin saçlarını içine hapsetmek ister gibi kokluyordu. O kadar içli ağlıyorlardı ki gözlerinden akıttıkları yaşların odayı dolduracağını, sonra su dolu odada hepimizin boğulacağını hayal ettim. Ben hayal ettim ve onlar ağladı. Odadaki su seviyesi gitgide artıyor, babamın anneme sarılışı yüzünden annemin kemikleri kırılıyordu...”


Oyunun bu bölümünden de anlaşılacağı gibi yazım dili gerçekten etkileyici.. Fakaattt çok hoşnut kalmadığım birkaç şeyi de belirtmeden geçmeyeyim. Oyun in-yer-face tiyatro akımının bir parçası olmakla birlikte küfür dozu bana biraz fazla geldi. Bir de tanıtımların bir kısmında “uyarlayan-yöneten” olarak yazılan Yezdan Kayacan, bir kısmında ise “yazan-yöneten” olarak görülüyor. Bunda bir istikrar olsa daha iyi olur diye düşünüyorum..

Birkaç da uyarım var oyunu izleyeceklere ;

* Oyunda yüksek sesli müzik,silah,uzun süreli karanlık,strobe ve şiddet içeren sahneler bulunmaktadır.Epilepsi ve ileri derecede psikolojik rahatsızlık yaşayan izleyicilere önerilmemektedir.

* Oyuna gitmeden önce “neyden esinlenmiş acaba?” diyerek Inside isimli kısa filmi izlemeyiniz! Oyunun süprizini kaçırmayınız!


Gidiniz, bu oyunu izleyiniz ve sarsılınız.. Şubat ayı programı için ise Mekan Artı’nın internet sitesini ziyaret ediniz..

Ayrıca oyunla ilgili, çoklu kişilik bölünmesi ile ilgili notlar okumak isterseniz oyunun facebook sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

20 Ocak 2011 Perşembe

BİR OYUN OKUMAK – İKİ DÜNYA OTELİ (HOTEL DES DEUX MONDES)

Geçenlerde ilk defa bir okuma tiyatrosuna iştirak ettim. Ama bu işin hikayesi pek bi aylar öncesine dayanıyor. Siz de anlatayım da bilin :)



Aylardan Ekim, yıl 2010.. Barış ve Onurs’un gizli işler peşinde olduğunu sezip, neyin peşinde olduklarını bulmak için çeşitli girişimlerde bulunuyorum. “Pazar günü gidilecek bir etkinlik” kadarını duyabiliyorum, gerisi adeta sır! Merakımdan sorunca da uyuzluklarından cevap vermiyorlar.
Neyse ki Marc Zuckerberg çıkmış Feysbuk icat etmiş. Ordaki bir etkinlik duyurumunda, katılanlar listesinde ikisinin de adı geçince düğüm kendiliğinden çözülüyor. Bu iki adam meğerse Eric Emmanuel Schmitt’in eseri İki Dünya Oteli’nin okuma tiyatrosuna gideceklermiş, hem de yazar da orda olup söyleşi gerçekleştirecekmiş.

Fekat ne yazık ki o sabah Taksim’de patlayan bomba sebebiyle etkinlik iptal edildi ve dostlarım gizli planlarından mahrum kaldılar.


Bunların üzerinden günler günler geçti ve etkinlik duyuruları tekrar yapılmaya başlandı. Onurs’un sınavları dolayısıyla katılamadığı okuma tiyatrosuna Barış ve ben iştirak ettik, mekan Fransız Kültür Merkezi.



Çok yüksek katılım beklemediğim etkinlikte sandığımın aksine salonu dolduracak kadar izleyici vardı. Bekleme Salonu ile büfe&cafe arası mekana ayak basar basmaz Mert Turak ile karşılaştık, selamlaştık. Kendisini Cabaret’te izlemiştim, sahnede insan devleşiyormuş arkadaş, kendisi gözüme bir ufak tefek gözüktü ki sormayın. “Bu adam bu kadar cüce miydi?” diye sordum hem kendime hem Barış’a :)


Neyse çok uzattım yine, içeri girdik ve okuma başladı. Dekorsuz, sadece 8 sandalye ile oluşturulmuş bir sahne düzeni.. Sahneyi sadece 2 bölüm olarak kullanan ve en sadesinden bir mizansen ile icra edildi oyun. Yani meğersem aslında sadece okuma değilmiş :) İlk yarım saatlik dilimde kalan bir 5 dakika kadar daralmış olsam da sonrasında kendime geldim ve 125 dakika kadar ve arasız süren oyundan yeterli ve gerekli hazzı aldım.


Özellikle belirtmek isterim kii oyun çok iyiydi. “Yazarın hayal ile gerçek, yaşam ile ölüm, komedi ile trajedi arasında bir yerdeki metafizik bir kararsızlığı anlatan...” şeklinde tanıtılan oyun, bu dünya ile öbür dünya arasında kalmış insanlarla haşır neşir ediyor bizi.. Ama ruhani falan bir durum değil.. Akıllarında “Ölücek miyim yoksa yaşayacak mıyım?” sorusuyla, “İki Dünya Oteli”nde bir doktor ve hastabakıcılar tarafından ağırlanıyor bu insanlar.



Pekii “Eric Emmanuel Schmitt kimmiş?” dersek ; “ Eric-Emmanuel Schmitt, bugün uluslararası repertuarda bir klasik olmuş olan, Freud ve belki de tanrı arasındaki farazi bir karşılaşmayı anlatan Le Visiteur (Ziyaretçi) isimli eseri ile önce tiyatroda tanındı. Bu eseri kısa sürede Petits Crimes Conjugaux (Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler) gibi başarılı eserleri izledi. Yazarın okuyucular ve eleştirmenlerden övgü alan yapıtları birçok kez Moliere ve Academie Française’in Büyük Tiyatro Ödülü’ne layık görüldü. Eserleri 43 dile çevrilen yazarın tiyatro oyunları ise 50’den fazla ülkede sahnelenmektedir. Tiyatro seyircisi , Eric-Emmanuel Schmitt’i Oscar ve Pembeli Meleği adlı tiyatro oyunu ve tüm dünyada ses getiren İbrahim Bey ve Kuran’ın Çiçekleri adlı sinema filmiyle tanımaktadır.”



Ve Diğer Şeyler Topluluğu tarafından sahnelenen oyunda Mert Turak ve Tülin Özen göz dolduruyor. Herkesin elinde spiralli textler varken Mert Turak sadece sayfalardan oluşan bir text kullandı, heralde tazrı bu :) Gerçi oyunun yarısını da ezberlemişti zaten..

Oyun çıkışında tebriklerimizi sunar iken oyuncuların tebrikler karşısındaki şaşkınlığı da diğer bir ilginçlikti :) Elif Ongan Tekçe dedi ki “ bu ekip o kadar çok değişti ki, son haliyle ancak bugün biraraya gelebildik” Yani pek bir provasız çıkılmış sanırım, fakat biz seyirci milleti olarak bunun ayırdına hiç mi hiç varmadık :) Neticede okuma tiyatrosu, çok değişikli bir reji, aman da aman kostümler, makyajlar, müzikler beklemiyorduk zaten..


Ya da belki bu beklentide olanlar da mı vardı ? Ya da ben mi beklentilerimi çok düşük tuttum ? Ya da.. Ya da.. Daha çok şey mi aramalıydık oyunda.. Bilemiyorum..



Bir ilk deneyimden daha memnuniyetle ayrıldım. İyi bir oyundan daha haberdar oldum. Üzgünüm size bu etkinliğe gidin diyemiyorum çünkü ikincisi yapılır mı hiç bilemiyorum.. Olmazsa metni bulursanız onu okuyabilirsiniz :)


Barış’a teşekkürlerimi sunuyor, başka başka etkinliklerde görüşmek üzere sizlere de saygılarımı sunuyorum..


Oyunda emeği geçenler ; Ve Diğer Şeyler Topluluğu Genel Sanat Yönetmeni Yeşim Özsoy Gülan ve Oyuncular ; Tülin Özen, Mert Turak , Ünal Sılver, Elif Ongan Tekçe, Gülce Uğurlu,Turgay Kantürk, Efe Deprem ve Begüm Akkaya.(Umarım birkaç kez değişen kadro sebebiyle yanlış isimler yazmamışımdır, eğer öyleyse lütfen uyarmaktan çekinmeyiniz..)


Not: Yazıda kullandığım görseller, oyunun temsilini gerçekleştiren, dünyanın bilemediğim yerlerindeki tiyatroların oyun afişleridir..

16 Ocak 2011 Pazar

TARLA KUŞUYDU JULIET

Ömrü hayatımın ilk söyleşisini geçenlerde Murat Bavli ile gerçekleştirdim. Söyleşi için Tarla Kuşuydu Juliet oyununun öncesini seçtik ki sonrasında da oyuna iştirak edelim :) Söyleşimiz biraz erken bitince Eng, Barış ve benden oluşan ekibimizi bir çay içmeye davet etti Murat Bavli. Biz de başladık Müsahipzade Celal Sahnesinin gizli dehlizlerinde kendisini takip etmeye..


Büfenin yanında, kapalı olduğu taktirde duvar zannedilecek şekilde bir kapıdan geçtik, dolambaçlı yollardan yürüdük, asansörlerle çıktık falan derken kahkahaların geldiği yöne doğru ilerledik. Bir de ne göreyim! Tarla Kuşuydu Juliet ekibi Engin Alkan, Sevinç Erbulak, Çağlar Çorumlu ve bazı arkadaşları oyun öncesi şakalı sohbetler yapmaktalar..


İnanmazsınız, bu ortamda yarım saat kadar ekibin sohbetlerine katıldık! Katıldık derken, az çekingen biçimde genel olarak dinleme ve gülüşmelere eşlik etme posizyoundaydık. Çok heycanlıydı! Oyun saati yaklaşınca biz yavaştan iyi oyunlar dileklerimizi iletip çıkış yolunu aramaya koyulduk! Neyse ki çok uzun sürmedi :)


Ben oyunu geçen sezon izlemiştim, sanırım ilk oyunlardan birisiydi izlediğim. O vakitler Sevinç Erbulak yok idi oyunda, onun yerinde Özlem Türkad vardı. Fakat kendisi sır bir şekilde Şehir Tiyatroları’ndan ayrılınca oyundaki rolünü Sevinç Erbulak devraldı.


Hem oyundan çok keyif almış olduğum için, hem de Sevinç Erbulak’lı halini görmek için ikinci kez izlemek ayrı bir keyifliydi diyebilirim.


Barış ve ben salondaki yerimizi aldık. Bu sırada sahende ön oyun başlamıştı bile.. Kocaman bir mutfak dekoru içinde Romeo (Engin Alkan) ve Juliet (Sevinç Erbulak) elleriyle makarna yapmaktalar efendim, ev makarnası :) Romeo hamuru hazırlamakta, Juliet makina ile kesmektedir.. Seyirciler yerlerine yerleşince de oyun başladı..


Bir yandan makarna pişiren mutsuz çiftimiz bir yandan atışmakta ve beraber yaşamanın çekilmez hale gelmesinden yakınmaktadır :) Evet bildiğimiz Rome ve Juliet evlenmiştir ve üstünden yıllar geçmiştir..


Oyunda engin Alkan ve Sevinç Erbulak ikişer karakter oynuyorlar. Engin Alkan bizi Rahip Lorenzo ve Romeo’da kırıp geçirirken, Sevinç Erbulak azcık hayal kırıklığı yaratıyor. Juliet ve Dadı pek ayrışamamış geldi bana..Yine de bir Juliet enerjisi var ki insanı yerinden hoplatır!Ama oyunu asıl bombası Shakespeare!


Yazdığı oyuna ihanet ederlerse bilimum muhtelif yerlerden çıkıp geliyor, şairane diliyle herşeye müdahil oluyor.Çağlar Çorumlu yine şahane bir performansla kendine hayran bırakıyor..


Gelgelelim tabii Romeo ve Juliet’in bir de nur topu gibi kızları var, Lucretia. Asi teenage Lucretia Shakespeare ile kırıştırıyor. Peruğu ve süper mini eteğiyle devasa genç kız Lucretia anne babasını çileden çıkarıyor. Peki kim mi ? Murat Bavli :) Ben oyunu ilk izlediğimde o kadar inandım ki, gerçekten rol için oracıktaki müzisyeni kullandıklarını sandım :)


Konuyu da şöyle toparlayalım, Şehir Tiyatroları’nın toparladığı şekilde ; “Tarla Kuşuydu Juliet'te, Shakespeare'in yüzyıllardır insanları gözyaşına boğan karakterleri Romeo ve Juliet, Ephraim Kishon'un yeni kurgusunda günlük yaşantı ve çığrından çıkmış bir evlilik içinde ele alınıyor. İntiharın eşiğinden döndükten sonra evlenip bir de çocuk sahibi olan "kıdemli aşıklar" kimsenin öngöremediği bir hayatı sürdürürler. Bu dünyanın yaratıcısı Shakespeare mezarında ters döner ve olaylara müdahale etmek üzere eve gelir.”


Oyunun en önemli özelliklerinden birisi de oyuncuların oluşturduğu orkestra tarafından icra edilen şarkılar.. Piyanoda Murat Bavli, bas gitarda Çağlar Çorumlu, davulda ve gitarda dönüşümlü olmak üzere Engin Alkan ve Sevinç Erbulak ve mandolinde Engin Alkan.. Orkestra süper eğlenceli, şarkı düzenlemeleri ise Murat Bavli’ye ait.


Oyunda fazlasıyla da doğaçlama yapılıyor anladığımız kadarıyla :) Oyuncular sahnede bu kadar eğlenirken de seyircinin eğlenmemesi pek mümkün değil zaten :)


Uyarıyorum! Oyuna bilet bulmak biraz mesele.. Oyundan 10 gün öncesine kadar biletler tükenmiş olabiliyor, tavsiyem biletinizi erkenden temin etmenizdir :)





TARLA KUŞUYDU JULIET

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları

Yıl : 2009

Yazan: Ephraim Kishon
Yönetmen: Engin Alkan
Çeviren : Hale Küntay
Dekor: Gamze Kuş
Kostüm: Duygu Türkekul
Işık: Murat İşçi
Müzik : Poldi Schatzmann
Koreograf : Senem Oluz
Dramaturg : Sinem Özlek
Müzik Düzenleme : Murat Bavli
Yönetmen Yardımcısı : Hasibe Eren,
Asistanlar : Doğan Şirin, Melisa Demirhan

Oynayanlar:

Romeo / Rahip Lorenzo : Engin Alkan
Juliet / Dadı : Özlem Türkad
Shakespeare : Çağlar Çorumlu
Lucretia : Murat Bavli

1 Ocak 2011 Cumartesi

FAİL-İ MÜŞTEREK

Yiğit Sertdemir'e bir bulaştınız mı kurtulamıyorsunuz. Virüs gibi yayılıyor bünyenize..Sürekli yeni işlerini izlemek istiyorsunuz.. Bir tane daha bir tane daha..


Bana da bu virüs bulaştı artık sayın okuyucu.. Yiğit Sertdemir'in yazdığı, yönettiği ya da oynadığı oyunları görmek, görmek ve görmek istiyorum.. Bu dürtüden hareketle, Onurs bizi Fail-i Müşterek için bilet alırken aradığında gelmiyoruz demek pek mümkün değildi. Teklifi kabul ettik ve kendimizi Kumbaracı50'de bulduk. Biraz koşturmacalı da olsa geç kalmadık, hatta fuayede zaman bile geçirebildik. Bu arada fuayede, Geniş Aile dizisindeki Ulvi karakteriyle adını duyuran Bülent Çolak da arkadaşlarıyla beraber fuayeyi bizimle paylaşmaktaydı.


Onurs, Burçak, Barış, Eng ve ben geçen seferden farklı olarak Burki aramızda olmadığı için kendisini andık ve başımız önümüzde girdik salondan içeri. Kapış kapış bir halde, görüş açısı iyi bir noktaya kapağı attık.

Veeeee ışık!

Üçüncü farklı yerleşimini gördüğüm Kumbaracı50'nin daha kaç farklı yerleşimi olabilirdi acaba ? Sahneyi alırız eviririz çeviririz yaklaşımından hareketle yine değişik bir kurulumla başladı Yiğit Sertdemir derdini bizimle paylaşmaya..


Öncelikle sorarım size Fail-I Müşterek ne demektir ? Fail-i Müşterek Osmalıca’da suç ortağı demektir..Bu oyunuyla da manasına uygun bir biçimde ortak olduğumuz suçları göz önüne seriyor Yiğit Sertdemir..Oyunda, failleri bilinmeyen yani Fail-i Meşhul cinayetleri anlatıyor ve oyun tanıtımlarında diyor ki ;

“Göz göre göre, inatla sürdürülen müthiş suskunluğumuzun, kara mizah avazı! Müşterek fiiller borsası…Önce utanmak, sonra unutmak için…Tek kişilik bir ödeşme…” “ Birgün herkes onbeş dakikalığına insan olacak… O güne kadar…Tüm fiiller…Müşterek…”


Yanlış hatırlamıyorsam 5 farklı oyunla sarstı bizi oyun. Sarstı diyorum çünkü her biri unuttuğumuz, unutturulan meçhulleri tekrar hatırlattı bize..Tekrar o sızıyı hissetmemizi sağladı..Benim en çok etkilendiğim ise, hiç konuşmadığı, kendi kurup kendi bozduğu, hatta yasını bile kendi tuttuğu bölümdü..Cinayet mahallini bile kendi kuran fail kişi, herşeyi izleyip bir de toparlayıp gider..Aslında herşey açıktır, fail de fiilin başındadır fakat biz görmeyiz..


Oyunda isyan eden gencin feryatları ise o kadar doğruydu ki.. “Beni siz böyle apolitik yaptınız, siz bu hale getirdiniz, şimdi de kalkmış neden bu gençlik apolitik diyorsunuz…” fikrini çerçeveleyen bölümde, zamanında politik ortamlarda canı yanan ebeveynlerin, çocuklarının da canı yanmasın diye onları politikadan uzak tutması ve büyüyen bu çocukların günümüzde apolitik olarak adledilmesine isyanı duruyor karşımızda.. Diyecek bişey yok…



Bir bölümünde ise, kendi durumlarını konu edinmesi bizi bizden aldı ☺ Bilirsiniz Kumbaracı50 ilk açıldığı zamanlarda Özen Yula’nın “Yala Ama Yutma” isimli oyununa mekan olacak diye, bir gazetenin kışkırtmasıyla tehditler almış, hatta yangın merdiveni bahane edilerek kapısına kilit vurulmuştu.. Kendi yaşadıklarını da katarak harman etmiş Yiğit Sertdemir içindekileri..


Video gösterimleriyle de desteklenen oyun için yazımından sahnelenmesine kadar çok emek harcandığı ortada..



Çok güzel, çok manalı, çok içten, çok güzel yazılmış, çok güzel oynanamış, çok güzel olmuş bir oyun Fail-i Müşterek..Bence kaçırmayın...


Çıkışta oyuncuyla sohbet vardı fakat ben ne diyeceğimi bilemediğim için gidemedim ☺ Keşke gidip en azından eline sağlık deseymişim Yiğit Sertdemir’e.. Eğer bu yazıyı okursa, burdan söylemiş olayım ☺

Saygılar…