11 Aralık 2011 Pazar

“LARGO DESOLATO” BİR “EKİP” İŞİDİR!

Bir zamandır hangi salıya denk getirsek de gitsek diye hafta kovaladık durduk bu oyun için. Zira her giden ayrı bir tavsiye etti, pek bir güzel dedi durdu! Beklentiyi bu kadar arttırmışken de hayal kırıklığı olur mu acaba korkusuyla sayın Kakkaç ile beraber sonunda organize olduk ve gittik!

Asmalımescit sokaklarında bir süre kaybolma tehlikesi yaşadık ama sonunda bulduk The Club’ın yolunu. Teknoloji saolsun!

Gündüzden ayırttığımız biletimizi aldık, broşürümüzü okumak üzere bir kenara çekildik. Son 10 dakikamızı broşürün sayfaları arasında geçirdikten sonra salona alındık. Numarasız koltuk tedirginliğimle hemen iyi bir yere çöreklendik.

Salona girer iken oyuncuların insan halleriyle bizi içeri buyur etmelerini ve hoş geldiniz diye karşılamalarını biraz garipsedik önce.. Vardır bir keramet diyerekten ortamı inceledik sonraki birkaç dakikada. Sonra düşününce bu hareketi iyi bi yere oturttuk ve oldukça da beğendik.


Oyun 9 dakika geç başladı! Arkadaş ben takılıyorum artık bu oyun başlama saatlerine! Oyuncular da biraz huzursuzdu bu durumdan fakat o halde 9 dakika daha erken açsalardı ya kapıyı! Neyse ki oyun bunu unutturacak seviyedeydi de işi öyle bağladık : )

Herkes yerini aldı, oyuncular “biz hazırız” komutunu verdi (gerçekten sesli komut bu arada) ve karanlık…

Largo Desolato Çek yazar Václav Havel’in oyunu.. Václav Havel için wikipedia şöyle diyor ; “Çek tiyatro yazarı, düşünce adamı, siyasetçi” Sanat akademisinden Çek Cumhuriyeti başkanlığına uzanan bir hayat hikayesi.. Oyunda da bunun izlerini açıkça görüyoruz..


Oyun, Felsefe Doktoru Leopold Kopriva çevresinde gelişiyor. Leopod yazdığı bir makale ile faili meçhul bir davayı ayyuka çıkarıyor. Birtakım adamlar da gelip Leopold’den makaleyi yazan kişi olduğunu inkar eden bir yazıyı imzalamasını, yani kendini inkar etmesini istiyorlar. Aksi taktirde Leopold’e hapis yolu görünüyor..

Bu arada Leopold’ü çevreleyen insanları, onu kıskaca alan hayatı görüyoruz.. Bu kıskaca kapılan Leopold yazamaz hale geliyor, kendini eve kapatıyor fakat taraftarları da onu rahat bırakmıyor. Peki Leopold ne yapacak? Felsefe Doktoru Leopold Kopriva kendini inkar mı edecek? Yoksa hapse girmeyi göze mi alacak ?


Peki sizce hala bunları yaşamıyor muyuz? Yazarlarımız tehdit altında, aydınlarımız hapis koridorlarında değil mi? Yazdıklarını inkar etmesi istenen, yazdıklarını okutamadan kaybettirilen onlarca beyin yok mu? Bu hikaye aslında gerçek değil mi? İşte Largo Desolato’yu izlerken bunları bir daha düşüneceksiniz..

Ve oyunun sonunda Ekip sizin oyuna gelip gelmediğinizi anlamak için bir hamle yapıyor. Siz de Leopold’ün kıskacının bir bacağı olacak mısınız ? Bu baskıya dahil olacak mısınız? Yoksa karşı duracak mısınız ?


Oyun bütünüyle zeka pırıltılarıyla dolu! Cem Uslu hem yöneten hem Leopold’ü oynayan olarak çift taraflı şahane bir iş çıkarmış. Ama tutundukları nokta da şu ki bu bir “Ekip” işi!

O kadar ince düşünülmüş, o kadar detay çalışılmış, o kadar özenilmiş bir iş ki.. Öyle ince işlenmiş, o kadar güzel fikirler uygulanmış ki.. Seyircilerin arasında arka sıralarda oturan oyuncular ve üstlerinde kim olduklarını yazan dönkartlar var. Duvarlarda dekor niyetine yazılar asılı, misal ; “buralar hep kitap” : )


Ortada kullanılan tek parça dekor süper işlevsel kullanılmış. Oyun boyunca gerekli her şey onun bir parçası ve her şey gerçekten gerekli ve gerektiği kadar kullanılıyor. O belge niyetine kullanılan pankartlar nedir yaaa? : ) Onlar nasıııll güzel düşünülmüş şeylerdir! Ne kadar güzel bir kullanımdır! Şimdi çok da açık etmek istemiyorum sürprizi kaçmasın ama izleyince anlıycaksınız ne demek istediğimi ; )


Kostümler ve makyajlar çok iyi! Oyun tam bir Absürd Tiyatro örneği! Hatta broşür de şöyle diyor ; “…Kişiler karakteristik denebilecek, değişken ve olağan değil; bunun yerine önceden yazılıp çizilmiş, tartılıp düşünülmüş izlenimi veren son derece mekanik bir doğaya sahip, sürekli olarak yinelenen davranışlarda bulunurlar. Dil, Havel tarafından oyunu kaotik bir dünyanın içine yerleştirecek şekilde kullanılmıştır. Oyun kişileri birbirlerini anlayamazlar. Her şeye müthiş bir iletişimsizlik hâkimdir...”

Bu arada broşür demişken, broşür bile süper düşünülüp hazırlanmış. O kadar güzel ve yerinde bilgi veriyor ki, onu okuyup da oyunda kaybolacak insan çok azdır. Oyuna girmeden broşürü okumanızı şiddetle tavsiye ederim ki zaten broşürün amacı da bu değil mi? : )


Oyundaki iki Wenzel’in aynı anda konuşmaları çok iyi oturtulmuş. Zerre tereddüt etmeden ve boşluk bırakmadan oynuyorlar. Senkronize hareketler ve diyagolar belli ki çok çalışılmış, akıp gidiyor! Ayrıcaaaa bu akış ve diyaloglarda herkesin artikülasyonu çok iyi, çok anlaşılır ve tek bir dil sürçmesi bile olmuyor!

Oyunculuklar, başta Cem Uslu (Leopold) olmak üzere çok yerinde. Cem, karakterinin bütün hissiyatını sonuna kadar iliklerimize işletiyor. Enerjinin kaynağı Cem kolları diğer karakterler.. Bir de Olbram’ın (Halil Babür) dekorun tepesinde Leopold’e doğru bir tiradı var ki içinizi titretir! Başarılı ışık kullanımları da bunda etkili.. Simel Aksüngür (Lusi) de çok ölçülü ve rahat oynuyor. Duygu Yetiş (Marketa) kullandığı ses tonu ve tümüyle oyununda çok başarılı.


Şimdi oturup konuşsak, daha size beş sayfalık yazıya denk gelecek şey söylerim. Ama işin biraz da süprizi olsun di mi suyunu da çıkarmayalım : ) Beklentinin yüksek olması güzel ama kendinize de şaşıracak yer bırakın, her şeye hazırlıklı gitmeyin : )

Çıkışta tebrik işine girişicektik ki saatimize bakınca son vapuru yakalamak için koşmak zorunda olduğumuzu fark ettik ve koşmaya başladık. Peki vapuru yakaladık mı? Hayır! Neden? Çünkü tünel kapanmıştı! Aman ne şahane!

Daha önceki bir yazımda da yazmıştım, Cem Uslu’ya vicdan borcumdu gidip bir oyununu izlemek zira kendisinin beni davet ettiği oyunlara iştirak edememiştim. Fakat bundan sonra her oyununda ordayım! Adamın kafası bi başka çalışıyo, bu pırıltıyı takip etmek lazım benden söylemesi!

Largo Desolato şu aralar her Salı The Club’da oynuyor. Ekip’in çok da güzel bir internet sitesi var (www.ekiptiyatrosu.com) ayrıca kendilerini facebook ve twitter üzerinden de takip etmek mümkün. Bence vakit kaybetmeden takviminize ekleyin ve bu oyunu izleyin!

LARGO DESOLATO

Yazan: Václav Havel
Çeviren: Ülkü Akbaba & Kemal Boztepe

Yöneten: Cem Uslu
Dramaturg: Ayça Seymen Şimşek
Reji Asistanı: Ayşegül Uraz
Özgün Müzik: Necati Doğa Ebrişim
Makyaj Tasarım: Duygu Yetiş
Dekor, Işık, Kostüm: EKİP
Işık Kumanda: Elif Bilgiç
Ses Kumanda: Ayça Seymen Şimşek
Afiş, Broşür: Duygu Yetiş
Fotoğraf, Video: Erdem Yetiş

Oynayanlar

DR. LEOPOLD KOPRIVA: Cem Uslu
ULI: Murat Engiz
SUSANNA: Ayşegül Uraz
BİRİNCİ WENZEL & BİRİNCİ HERİF: Ertürk Erkek
İKİNCİ WENZEL & İKİNCİ HERİF: Sercan Gülbahar
LUSI: Simel Aksünger
OLBRAM: Halil Babür
MARKETA: Duygu Yetiş

www.ekiptiyatrosu.com

6 Aralık 2011 Salı

TOM, DICK VE HARRY - AK'LA KARA

Bir sevgili dostumun organizasyonu ile, ne zamandır gitmek istediğim Tiyatro Ak'la Kara’nın Kadıköy’deki yeni mekanına ayak bastık sonunda! Kadıköy’de sahne açma girişimini sonuna kadar desteklediğimiz Akla Kara Tiyatro bir nevi “cesaret” göstermiştir!

Yeni sahnelerin Beyoğlu civarında toplandığı, alternatif tiyatroların birleştiği, ‘tiyatronun kalbi Beyoğlu’nda atıyor’ dendiği bugünlerde Anadolu yakasına bir sahne daha eklenmesi beni ziyadesiyle memnun etti.

Mekan eskiden bir sinemaydı, Broadway Sineması.. Ne tesadüftür ki geçen yıl yine Kadıköy’de açılan Tiyatro Açıkça’nın sahnesi Öykü Sahne’de eskiden sinemaydı.. Dünkü sinemalar bugün birer tiyatro oldu.. Hey gidi günler : )


Biletimizi aldık, sahneye indik ve fuayede sohbetimize başladık. Bir yandan da etrafı kolaçan ettik inceledik ve beğendik. Saatlerimiz 20:30 a yaklaşırken salondaki yerimizi aldık.. Salon derken, hakikaten sahne evin salonu kıvamında.. Kötü anlamda değil yani güzel olmuş demek istedim : ) Bir de biz en önde oturunca daha bir ev hissiyatı aldık : )

Sabırsızlıkla oyunun başlamasını beklerken dakikalar geçmeye başladı.. 5 dakika.. 10 dakika.. 15 dakika.. Derken ben baya huysuzlanmaya başladım.. ‘15 dakika geç başlamak nedir arkadaş böyle şey mi olur’ diye kendimi isyanlara vururken oyunculardan Kerem Kobanbay içerden çıktı ve şu açıklamayı yaptı ; “Oyunumuzun başlama saatini geciktirdiğimiz için özür dileriz. Bu akşam ilk defa full salona oynayacağız ve gişemiz bu duruma hazırlıklı değildi. Gişede son 1 kişi kaldığı bilgisini aldık, az sonra oyunumuz başlayacaktır. Özür diler, teşekkür ederiz.”

Açıklama sırasında “ilk defa full salona oynayacağız” dediğinde salonda bir alkış kıyamet! Kerem Kobanbay çok sevimli olabilir.. İnanılmaz bir sesi olabilir.. Oyundaki kostümüyle çıkıp anons yapmış olabilir.. Oyun seyirci sıkıntısı çekmiş olabilir.. Erkenden gelip yerini alan seyirciler suçsuz olabilir.. Yine de perde 23 dakika geç açılmamalıdır.. diye düşünüyorum ben : )


Efendiimm gelelim oyunumuza.. Tom Dick ve Harry tam bir İngiliz durum komedisi.. Bir Vodvil örneği.. Yanlış anlaşılmalar, açılıp kapanan kapılar ve mutlu son toplamı bir güldürü.


Evlat edinmek için başvuru yaptıkları ajanstan kontrole gelecek olan görevli hanım için binbir hazırlık yapan ve heyecandan yerlerinde duramayan Linda ve Tom ile sahne açılıyor. Bu telaşe içinde birden Tom’un ortanca kardeşi Dick çıkageliyor. Başını yine belaya sokmuş olan Dick evi birbirine katmaya hazırlanırken bir de küçük kardeş Harry çıkıyor ortaya. Üstelik onun da kendine ait sorunları var. Dick sınırdan soktuğu gani gani içki ve sigaraların yanında farkında olmadan taşıdığı kaçak göçmenleri polisten kaçırmaya çalışırken, Harry ise Tom’un dairesini ucuza satın alabilmesi için bahçeye bir kadavra gömüp evin değerini ucuzlatma peşinde koşuyor. Bu sırada evlat edinme ajansı görevlisi Bayan Potter geliyor ve tabii ki olaylar içinden çıkılmaz bir hal alıyor.


Bol koşturmacalı oyunda sürekli kapılar açılıyor, kapılar kapanıyor. Pencerelerden kanıtlar atılıyor, sürpriz misafirler geliyor.. Bir karmaşa, bir kargaşa, ortalık arapsaçı! İşte bu durumun orta yerinde Tom durumu idare etmek için ordan oraya koşturuyor.

Doğası gereği koşturmacalı bir Vodvil’in başrolünde Savaş Özdural (Tom) iyi performans sergiliyor. Ece Uslu (Linda) ve Kerem Kobanbay (Dick) için vasat denebilecekken, Hakan Altuntaş (Harry) bence oyunun en iyisi olarak öne çıkıyor. Komedi işi biraz zor, hele ki böyle hareketli bir komedide espriyi satmak ciddi bir mesele.. Halihazırda mevzu zaten komik diye yola çıkılırsa ortaya vasat bir iş çıkması an meselesi! Yine de bu konuda fena değiller : )


Broşüründe herhangi bir bilgi yer almayan oyunun yönetmenliğini Ali Altuğ, süpervizörlüğünü ise Haldun Dormen yapıyor. Süpervizör ne midir ? Süpervizörün kelime anlamı şudur ; amir, denetçi, yönetici, danışman..

Her şeye rağmen 2 saat hoş vakit geçirebileceğiniz, ortalama bir seyirciyseniz memnun ayrılabileceğiniz bir oyun Tom Dick ve Harry. 2 bölümlük bir sitkom kıvamında izlenebilir.



TOM, DICK VE HARRY

Yazan: Ray Cooney & Michael Cooney

Çeviri : Özgür Özdural

Süpervizör : Haldun Dormen

Yönetmen : Ali Altuğ

Yönetmen yardımcısı : Müjde Başkale

Dekor : Mahsuni Yılmaz

Işık : Serpil Coşkun

Oyuncular : Ece Uslu, Savaş Özdural, Kerem Kobanbay, Hakan Altuntaş, Nur Subaşı, Nazan Diper, Mustafa Dinç, Beril Senvarol, Taylan Atlıhan

29 Kasım 2011 Salı

SİNEKLER SEVİŞİRKEN.. TEK KİŞİLİK BİR KABUS

Prömiyer izlemeyi pek severim bilirsiniz.. İlk oyun heycanını oyuncuyla birlikte yaşamak, izleyen ilk seyirciler arasında olmak hep heyecan verici.. Hele ki yaptığı işleri çok beğendiğiniz, sahnede başka başka hallerde görsem diye kıvrandığınız kişilerin işlerini ilk gününde izlemek..

Merve Engin de benim için onlardan birisi.. Geçen sezon Kıyıya Oturmanın Böylesi ile sahnelerin tozunu attıran Merve günler öncesinden prömiyer tarihin haber verdi ve takvimde yerini aldı : )

Merakımı tetikleyen ise geçen sezon süper bir Commedia Dell’arte oynayan arkadaşımın bu sezon iç yakıcı bir rol ile karşımıza geçecek olmasıydı.. Önce azdan laflar duydum.. Sonra birkaç fotoğraf gördüm.. Dedim ki nasıl güzel bişey izliycez acabaaa..


Bu sefer yazan, yöneten, oynayan, tasarlayan, dekor yapan, kostüm yapan, mask yapan, koordine eden Merve Engin değil sadece oynayan Merve Engin.. Yazan, tasarlayan, yöneten Mine Söğüt.. Mine Söğüt’ün “Deli Kadın Hikayeleri” isimli kitabındaki bir öyküden sahneye uyarlanmış “Sinekler Sevişirken”.. Tek kişilik bir kabus..

Sahneye girdiğimizde karanlıklar içinde kıpkırmızı örtüsüyle yatan bir kız çocuğu.. Işıklar yandığında ise artık o uyanık, biz ise kabusun ortasında..


Sinekler sevişiyor ve kız çocuğu onların seslerini duyuyor.. Annesinden pencereyi kapatmasını istiyor çünkü pencere açıkken içeri sinekler doluşuyor ve sürekli sevişiyorlar.. O ise buna katlanamıyor!

Yatar haldeki kız çocuğunu tepeden görüyoruz ve aslında tavandayız.. Ona tepeden bakıyoruz.. Yoksa o kara sinekler biz miyiz ?

Peki ya anne ? O kadar kayıtsız.. Kız çocuğu acı çekiyor.. Sinekler yaralarını yalıyor.. Sinekler vızıldıyor.. Sinekler yastığına konuyor.. Sinekler üzerinde geziyor.. Sinekler durmaksızın sevişiyor.. Kız çocuğu ise yattığı yerden kalkamıyor..


İç daraltıcı bu kabusun içinde bir kız çocuğu ; “O sinekler sevişirken uyuyamıyor. Peki ya siz? Siz sinekler sevişirken uyuyabilecek misiniz?”

Merve’yi komedi oynarken izlediğinizde esiri olursunuz! Seyirciyi avucuna alıverir. Kahkahalara boğar, oyuna dahil eder, onlarla beraber güler.. O sahnede tek başına haliyle karşısındaki seyirci topluluğunu kendinden eder..


Üstelik bir kabusun içindeyken bile bunu başarıyor! Onu izlerken kabusu yaşıyoruz adeta.. Sanki sinekler gerçekten ordalar ve biz de onlardan korkuyoruz, tiksiniyoruz.. Merve ise kırmızı örtüsüyle bir kız çocuğu olmuş kıvranıyor.. İç titreten, kan donduran bir oyunculuk..

Oyun bittiğinde prömiyer usulü teşekkürler ediliyor. Merve’nin her oyun sonrası şaşmaz özel teşekkürlerini Arda ve Sedef kapıyor : ) Mine Söğüt ise alkışın alasını kucaklarken, sahneye çıkmıyor. Zannımca göz önünde olmaktan çok haz etmiyor.. O zaman ben ona buradan özel teşekkürlerimi iletiyorum! Eline sağlık Mine Söğüt! : )


İki kadın emeğinden çıkmış bir kadın hikayesi bu.. Acıtan bir kadın hikayesi.. İncinmiş bir kadın hikayesi.. Gidin ve bu acıya ortak olun!

SİNEKLER SEVİŞİRKEN

Yazan – Tasarlayan – Yöneten : Mine Söğüt

Oynayan : Merve Engin

Oyun tarihleri için ; www.merveengin.com

20 Kasım 2011 Pazar

ŞARK DİŞÇİSİ

Bir Engin Alkan yönetimi.. Şark Dişçisi!


Provaları başladığından beri gözümün bir ucuyla takip ettiğim oyun.. Hatta bi keresinde kapıdan seslerini dinledim de korkumdan içeri bile giremedim : )


Genel provasına gidemeyeceğim için özel izinler alarak son provalarından birine gidebildim! Yanlış hatırlamıyorsam provadan çıktığımızda saat 03:00 civarıydı.. : )


Sonunda 19 Ekim 2011 prömiyer günü kuliste ekiple kaynaşma hareketleri.. Prömiyer çikolataları, çiçekler derken nerdeyse onlar kadar heyecanlandım.




Hagop Baronyan tarafından 1869 yılında kaleme alınmış olan bu oyun ilk kez sahneleniyor. Çevirmen Boğos Çalgıcıoğlu broşürde yazarla ilgili şunları söylüyor : “ Döneminin en iyi mizah yazarlarından olan Hagop Baronyan’ı bazı eleştirmenler; Ermenilerin Moliere’i kabul ederken, bazıları da hiçbir edebi değeri olmayan ‘eser’ bile denemeyecek şeyler yazan, birkaç Fransız komedisini devşirip kendine mal eden bir zavallı olarak değerlendirirler.. ”


Zira oyun Şehir Tiyatroları bünyesinde sahnelenmeye başladıktan sonra da yazar hakkında olmasa da oyun hakkında benzer iki yönlü tartışmalara şahit oldum. Demek ki yıllar eleştirenlerden hiçbir şey götürmemiş : )


Oyunun kendisine gelirseeeekkk.. Son 10 dakika anonsuuuu.. Oyunumuz başlamak üzeredir anonsuuuuuuuuu…




Veeeeeeee Selçuk Borak sahneye adımını atıyor..


Bir Ermeni kumpanyası kolbaşısı olarak Selçuk Borak çıkıyor ve inanılmaz beyefendi haliyle bize kumpanyasını anlatıyor. Nerdeeeennn nereyeeee diyerek, orkestraya sataşarak, sahneyi boydan boya arşınlayarak bizi oyun ısıtıyooorrr veee işte kumpanyaaaaaaa!


Giriş dansının hareketliliğine, coşkusuna bayılacaksınız.. Kendinizi kaptırıp aralarında dans ettiğinizi hayal etmeniz bile an meselesi! Bütün kadro sahnede döktürüyor ve kanınızı kaynatmaya başlıyor.


Şark Dişçisi Taparnigos (Çağlar Çorumlu) ve “benim paramınan adam oldu” diye ortalığı inleten karısı Marta’yı (Sevil Akı) tanıyoruz. Yaşı biraz ilerlemiş olan Marta’nın genç kocası Taparnigos, her gece diş çekme bahanesiyle gidiyor ve Marta geceleri yalnız uyuyor. Marta bu durumdan fazlasıyla rahatsız.




Diğer yanda ise çiftimizin kızları Yerenyag (Selin Türkmen).. Ebeveynleri kendisini tüccar Markar (Hüseyin Tuncel) ile evlendirmek istiyor fakat Yerenyag’ın gönlü Paris’in romantik aşığı Levon’da (Salih Bademci)!


Üçüncü olarak iseeee yaşlı ama yapyaşlı adam Tovmas (Ümit Daşdöğen) ve gencecik karısı Sofi (Sevinç Erbulak). Sofi, erkenden ve hatta her daim uyuyan kocası Tovmas’a bakıp bakıp sinirleniyor, bakıp bakıp kendinden geçiyor, kuduruyor!


Bu üç hikaye birbirine giriyor ve ortalık fena halde karışıyor.. Taparnigos dişini çekmek için gittiği Sofi’nin evinde Tovmas’ı uyutup Sofi ile baloya gitmek isterken, kocasının kendisini aldattığını ve baloda olduğunu öğrenen Marta da baloya doğru yola çıkıyor.. Çeşitli mektupların ortalığı karıştırması sonucunda tam bir karmaşaya dönen olaylar bol kahkahalı şekilde sahneye aktarılıyor..




Danslar ve şarkılar da oyunun can alıcı noktalarından . Şevinç Erbulak’ın bireysel performansı en çok alkış alanlardan birisi.. Amaaaaa benim gönlümdeki aslan Selçuk Borak! Ben sahnede böyle fit, böyle karizmatik, böyle güzel bir adam az izlemişimdir. Şahaneler yaratmış desem az olmaz! Çağlar Çorumlu ve Sevil Akı da her zamanki gibi zevkle izleten performanslar sergiliyor.




Oyunu grotesk işlenişini parlatan öğeler ise kadın ve erkek toplulukları ve tabii ki Nigo! Marta’nın yanındaki hanımlar ve Taparnigos’un yamacındaki beyler süper eğlenceliler. Kostüm ve makyaj tasarımları sahneyi dolduruyor. İlk başta dekorun biraz küçük olduğunu düşünmüştüm. Küçük ama işlevsel bir dekor, tek parça.. Evir çevir kullan modeli. Ama sonra o boşluğu “Tim Burton”vari kostümler, makyaj, ışık, ve dansların doldurduğuna ikna olmaya başladım.




Veee tabii kii kadim dostum Burçak Çöllü’yü de bünyesinde barındıran orkestra! Hakan Elbir yönetimindeki orkestra oyun boyunca bize orkestra çukurundan sesleniyor. Amaaa ne sesler ne sesler!!! Müzikleri kim yapmış dersiniz ? Selim Atakan! Gerçi orkestra sadece ses vermiyor, bir ara sahneye armutla müdahale de ediyor bak bunu atlamayalım : )




Can-ı gönülden tebriklerimi suna suna bitiremediğim tüm ekibin eline sağlık diyor ve her işini ayrı zevkle izlediğim oyunun yönetmeni Engin Alkan’ın broşürdeki sözleriyle noktalıyorum ;


“ Ismarlama üretilmiş resmi tarih ve ideolojilerin; yalanla, kurmacalarla, tahrifatlarla, fetişler ve tabularla dayattığı yakıcı bir unutkanlık, toplumsal belleğimizi her gün biraz daha ele geçirmekte. Modernizmin uluslaştrma projeleriyle giderek geçmişimizde yabancılaşmaktayız ve kültürel varlığımızın kimliksizleştirilmesi tehlikesi gün geçtikçe büyümekte.


Geçmişi yok saymak mümkün gözükse de onu yok etmek mümkün değildir. Çünkü ideologların hunharca yazıp bozduğu ortak yaşantı, kültürel ve sözlü bellekte en saf teşhiriyle inadına yaşamayı sürdürür…”




Not 1 : Prömiyer sonunda sahneden bir evlenme teklifine şahit olduk : ) Mutluluklar sizin olsun!


Not 2 : Oyuna dair bir anı paylaşmak isterim : ) Provaların başlangıcında Selçuk Borak sadece koreograf iken sonradan oyuna oyuncu olarak da dahil olmuş. Fakat bu durumun kızı Özge Borak’a sürpriz olmasını istemiş. Bütün bir ekip ağız birliği edip bu durumu saklamış ve genel provayı izlemeye gelen Özge Borak güzel bir sürprizle karşılaşmış, çok da şaşırmış : )


ŞARK DİŞÇİSİ
Yazan : HAGOP BARONYAN
Çeviren : BOĞOS ÇALGICIOĞLU
Yöneten : ENGİN ALKAN
Dramaturg : SİNEM ÖZLEK
Koreografi : SELÇUK BORAK
Müzik : SELİM ATAKAN
Şarkı Söz. : ENGİN ALKAN
Sahne Tas : CEM YILMAZER
Işık Tas. : CEM YILMAZER
Kostüm Tas: TOMRİS KUZU
Yönetmen Yardımcısı: ZAFER KIRŞAN, A.NİMET ALTAYLAR, BERNA ADIGÜZEL
Reji Asistanları :HAKAN EKE,VEHBİ AKINTÜRK,AZER ŞELTE,YİĞİT AKALIN


OYUNCULAR :
ÇAĞLAR ÇORUMLU, ÇIĞDEM GÜREL, DOĞAN ŞİRİN, EMRAH ÖZERTEM, ESRA KARABAŞ, HÜSEYIN TUNCEL, MURAT GÜREÇ, MURAT ÜZEN, ORCAN KOÇ, ÖZGE O'NEİLL SARIMOLA, REYHAN KARASU, SALİH BADEMCİ, SELÇUK BORAK, SELİN TÜRKMEN, SENEM OLUZ, SERKAN BACAK, SEVIL AKI, SEVINÇ ERBULAK, TUĞRUL ARSEVER, ÜMİT DAŞDÖĞEN, VOLKAN AYHAN, YILMAZ ARDA ALPKIRAY


ORKESTRA :HAKAN ELBİR, GONCA BEKER, ORÇUN TEKELİOĞLU, BARIŞ ÖZER, FUAT CAN BAŞKIR, ERA KARABAŞ, BURÇAK ÇÖLLÜ, SALTUK TUKUR, MURAT GÜREÇ, EVRİM KARAGÖZ, ORCAN KOÇ

2 Kasım 2011 Çarşamba

THE MOUSETRAP

Geçenlerde Londra’ya ayak bastık. Gitmişken bir oyun izlemeden dönülmez dedik ve gittik izledik. Tabii biraz plansız davranmış olduğum için son dakikada neye bilet bulabilirsek ona gidelim tarzı bir organizasyona dönüştü ama olsun, neticeden memnun kaldık. : )


Bütün biletleri satan o noktalardan birini allem edip kallem edip bulduktan sonra, biletçi hanımefendinin uzun uğraşları sonucunda Mousetrap’e bilet aldık. Mekanın yabancısı olduğumuzdan biletle beraber tiyatronun tarifini de verdi bize saolsun, hem de harita üzerinden.


19:30’daki oyun için erkenden gidip St Martin’s binasının kenarlarında biraz gezindik. Ancak balkondan bulabildiğimiz yerimiz için ise salon içi izleyicilerinden farklı bir kapıdan girdik! İnanılmaz kibar bir kişi olan bilet kesen beyefendi biletlerimizi kesti ve yerimize yerleştik. Balkon olduğu için nasıl görürüz, bu kadar saat burada belimiz nasıl sağlam kalır diye düşünürken salon doldu..


Veeeeee perdeeee!


Evli ve şirin çiftimiz Giles ve Molie Ralston yeni bir otel açmışlardır ve ilk müşterileri için heyecan içinde beklemektedirler. Monskwell Manor misafirlerini beklemektedir ve dışarıda kar fırtınası vardır. Teker teker gelen birbirinden enteresan misafirleri tanımaya başlarız yavaş yavaş. 4 rezervasyonlu müşterinin ardından arabası yolda kalmış bir misafirimiz daha olur. Ardından da Dedektif Sergeant Trotter gelir ve oteldekileri çevre muhitte bir katil olduğu ve dikkat olmaları konusunda uyarır.


Ardından otelde de bir cinayet işlenir ve herkesi bir korku sarar. Acaba katil içlerinden biri midir ? Bu dakikadan sonra gergin anlar başlar ve dedektif herkesi toplayıp sorgulama yapar. Herkes cinayet işlendiğinde oralarda olmadığını kanıtlama peşindedir fakat katil aralarından biridir..


Oyunun sonunda biz katili öğrendik tabii, fakat her yerde de belirtildiği gibi, katilin kimliğinin sadece izleyicilerde kalması ve kimse ile paylaşılmaması konusunda özel bir uğraş var. : )


İngiliz İngilizcesinden çok hoşlaşmasam da oyunu keyifle izledim. Gergin bir mevzuyu çok güzel aktarmışlar ve izlenir kıvama getirmişler. Oyunculuklar da şahaneydi diyecek laf bulmak zor : )


Mousetrap bir Agatha Christie oyunu ve tam 59 yıldır aralıksız sahnelenmekte!


Biraz oyunun tarihinden bahsedeyim sizlere.. Dönemin İngiltere Kraliçesi’nin doğum günü kutlama organizasyonu yapıldığı sırada BBC, kraliçeye ne istediğini sormuş. Kraliçe de Agatha Christie’den bir oyun istemiş. Bu istek üzerine Agatha Christie “Three Blind Mice” isimli 30 dakikalık bir oyun yazmış. 30 Mayıs 1947’de radyo oyunu olarak sergilenen “Three Blind Mice” adlı 30 dakikalık bu oyun, birkaç yıl sonra “Mousetrap” adıyla Agatha Christie tarafından tekrar düzenlenmiş ve sahnelemesi için Sir Peter Saunders’e teslim edilmiş.


Sir Peter Saunders yapımcı olarak oyunu ele almış ve Mousetrap ilk olarak 25 Kasım 1952 tarihinde Londra’da oynanmaya başlamış (Londra’dan önce 6 Ekim 1952’de ilk olarak Nottingham Theatre Royal’de ve diğer birkaç sahnede oynanmış). İlk yönetmen ise Peter Cotes.



Oyunla ilgili ilginç rakamlar var sizinle paylaşmak istediğim ;


* İlk olarak 25 Kasım 1952’de sahne açan oyun 59 yılda 24.500’den fazla perde açmış ve en uzun süre sahnede kalan prodüksiyon olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na da girmiş.


* Major Metcalf rolünü 22 Temmuz 1957 – 23 kasım 1968 yılları arasında tam 4.575 kez canlandıran David Raven, en dayanıklı aktör olarak Guinness Rekorlar Kitasbı’na girmiş.


* Mrs Boyle rolünün yedek oyuncusu olarak,12 Mart 1994’e kadar tam 6.240 oyunda yer alan ve sadece 72 oyunda sahnede olan Nancy Seabrooke, en uzun süre çalışan yedek oyucu olarak yine Guiness Rekorlar Kitabı’nda yerini almış.


* Oyun 50’nin üstünde farklı ülkede oynanmış ve 27 farklı dile çevrilmiş.


* 59 yıldır Mousetrap oyununu izleyen seyircilerin hepsi tek kişilik sıraya girse (su üzerinde de yürüyebildiklerini farzederek) West End London’dan Nairobi’ye kadar gidermiş bu kuyruk.


* Londra’daki oyunlarda toplam 404 aktör ve aktris rol alırken, 232 yedek oyuncu da kadrodaymış.


* 59 yıl boyunca toplam 123 mil uzunluğuna denk gelecek kadar gömlek ütülenmiş ve gösterilerde 425 ton dondurma satılmış.


Oyun bir efsane! Yıllarca farklı ekipler tarafından sahnelenmiş ve bu yıl Türkiye’de de Akla Kara Tiyatro tarafından oynanıyor. Yakın zamanda onların performansını da görmek ve sizlerle görüşlerimi paylaşmak da planlarım arasında yer alıyor : )

30 Temmuz 2011 Cumartesi

NEYDİK NE OLDUK ?

Bugün şöyle bir baktım siteye.. Neler yazmışım neler yayınlamışım nerden nereye gelmişim diye.. Farkettim ki tam 1 yıl var ilk yayınladığım ve son yayınladığım yazı arasında..

Kendim için bir değerlendirme yapayım ve bunu da sizinle paylaşayım istedim :)

15 Haziran 2010’da başladığım yazılarım, 19 Haziran 2011’ de yazdığım son yazı ile birlikte tam tamına 34 adet. Bunların 24 adeti izlediklerimle ilgili görüşlerim.. 1 adeti okuma tiyatrosu.. 2 adeti kendi projelerimde ilgili yazı..1 adeti röportaj.. 4 adeti ödüllerle ilgili bilgilendirme.. 1 adeti geçen yıl kaybettiğimiz “Çağatay Mıdıkhan” ile ilgili yazı.. 1 adeti de genel durum yazısı..

Bu arada izlediğim ama yazamadıklarım da bende vicdan sızısı olarak durmaktalar.. Hatırlayabildiklerimi sizlerle paylaşayım ; Karabahtlı Kardeşlerin Bitmeyen Şen Gösterisi (Altıdan Sonra Tiyatro), Şems.. Unutma! (Cef Tiyatro), Kebap (Actors Without Borders), Alemdar (İBŞT), Toros Canavarı (İBŞT), Yalnız Tanrının Eli Titremez (Drama Kumpanya), Aşkın Telifi (Tiyatro Açıkça), Shopping and Fucking (DOT), İstanbul Efendisi (İBŞT), Evita. Ayrıca iştirak ettiğim bir ödül töreni (Direklerarası Seyirci Ödülleri) ile ilgili görüşlerimi bildirmek niyetindeydim..

Ama bana en çok acı veren.. Nasıl desem bilemiyorum.. Çağlar Çorumlu ile yaptığım röportaj.. Aylardır deşifresini bitiremediğim, Çağlar Çorumlu’nun yüzüne bakmaya utanmama sebebiyet veren iş.. Neyse ki kendisi efendiğilinden ödün vermiyor ve karşılaştığımızda “nooldu bizim röportaj yaa” diye sormuyor artık :) Ama Çağlar’a demek isterim ki ; yakında geliyor!

Haaaa bir de elimde bir utancım da var ki evlere şenlik! Sayın “Cem Uslu” saolsun beni “Peer Gynt” oyununa 3 kere falan davet etti ve ben gitmedim! Üstelik sezon ortasında “Oyun Sonu” isimli oyunu sahneye koydular.. İnsan hiç dilse gider onu izler de bi kendini affettirir di mi ? Onu da yapamadım! Yazıklar! Kendisini birkaç defa Kumbaracı fuayesinde gördüm ama utancımdan gidip bi kusura bakma diyemedim!

Bir günah çıkarma seansımızın daha sonuna geldik, katılımınız için teşekkür ederim.. :)

Peki başka neler yaptım ? “Orasından bana ne be!” diyenler yazının bundan sonraki bölümünü okumayabilirler :) Bu noktada ise “İster okurum ister okumam sana ne be!” diyenlere ise başka sözüm yok..

Yazmaya başlarken tek amacım yazmaktı :) Sadece anlatmaktı.. Günlük gibi.. Şu oyunu da izledik aman da aman ordan çıktık şuraya gittik, sonra iki çay içtik gibi muhabbetlerimi de dahil etmek suretiyle kendime tamamen blog kıvamında bir platform yaratmaktı. Yazdıklarımın ciddiye alınmasından ve yanlış anlaşılmaktan o kadar korktum ki kim olduğumu bile diyemedim kimselere..

Amma velakin beklemediğim bir ilgi ile karşılaştım, yazılarımın okunması bana haz vermeye başladı :) Ben de daha okunası yazmaya başladım.. Özellikle Barış Kıralioğlu bana bu konuda bütün açıksözlülüğüyle çok destek oldu. Şimdi kendisi de yazılarını su yüzüne çıkarmaya başladı, artık karşılıklı açıksözlülük sergiliyoruz :)

Bir de bu sezon çok tatlı insanlar tanıdım.. Size onlardan da bahsetmek isterim.. Sevgili dostum Burçak Çöllü tuttu kolumdan, beni de götürdü gittiği her yere.. Sayesinde çok ilerledim, hakkını yememek lazım :)

Çiğdem Erken ile tanıştım mesela.. Gerçi kendisi beni son gördüğünde ablasının yanında çalışan bi kıza benzetti önce ama neyse ki Lydia diye tanıtınca beni hatırlıyo :)

Engin Alkan’la tanıştım.. Kendisini en son Açıkhava’da oynadıkları “İstanbul Efendisi” nin kulisinde görüp utana sıkıla “Yeni oyununuzun provalarından birkaçına gelebilir miyim?” diye sorduğumda “hayır!” diyerek beni taca çıkarmış olabilir :) Fakat hemen akabinde “oyuncuların konsantrasyonu bozulur ama seyircili genel provalar başladığında gelirsen çok sevinirim” diyerek oracıkta kalpten gitmeme de engel olmuştur. Kendileri İBŞT bünyesinde “Şark Dişçisi” adlı oyunu çalışıyorlar. Aramızda kalsın, bir provalarında gidip kapıdan seslerini dinledim! (Güvenlik görevlisi “içeri girin isterseniz” dediğinde ise yönetmenden aldığım talimatın bilinciyle “yok böyle iyi” diyip usulca duvara ilişmeye devam ettim)

Sevil Akı ile tanıştım.. Hatta oğlunu bile gördüüümm! Anne olduktan sonra sahnenin onun için nasıl başkalaştığını anlattı bana..

Aslı Can Kortan’la tanıştım! Geçenlerde Merve Engin’in doğum gününde.. Ben utancımdan yanına gidemezken o kalktı yanıma geldi.. Kendisine beğenilerimi iletmeye çalışan kelimeler ararken utancından beni susturmaya çalıştı.. Sonra biraz sohbet ettik açıldık :)

Tanış olduğum her insandan öğrenmeye çalıştım.. Okudum, gezdim, gördüm, paylaştım.. Mesela en çok OnurS koçum (kendisini burada deşifre etmiyorum, karanlık adamdır sevmez böyle şeyleri) ile görüş paylaşmayı severim.

Kısaca şöyle diyebilirim ; görmeye başladım..

Önümüzdeki sezon ise istiyorum ki daha çok oyun izleyeyim. Yurtdışında da oyun izleyebileyim.. Başka yerlerden bakmayı öğrenebileyim.. Daha çok okuyabileyim.. Daha çok yazı yazayım.. Daha çok dinleyeyim, duyayım.. Daha çok insanla sohbet edeyim.. Daha ÇOK olayım istiyorum..

Siz de oralarda olursanız, ne ala..

19 Haziran 2011 Pazar

TİYATRO POT - 4.48 PSİKOZ

Yine spontan ve oldu bitti bir organizasyonla kendimi bu kez Maya Sahnesi'nde buldum. İşten çıkıp koşturmak suretiyle yetiştiğim oyunun adı ; 4.48 Psikoz.

Açık yürekliyim , itirafımı koçlar gibi ederim ; aslında başta plan başka bir oyuna gitmekti fakat biletler tükendiği için rotamızı Onurs arkadaşımızın diğer seçeneği olan “4.48 Psikoz”a çevirdik. Bu sayede Maya Sahnesi'ndeki ilk oyunumu da izlemiş oldum.


Koşarak yetişmiş olsam da fuayedeki kafede oturacak az biraz vaktimiz oldu. Ufak tefek ama şirin sıcak bir fuaye kafesi var Maya Sahnesi'nde. Bişey içecek vaktimiz olmasa da biraz sohbet ettik. Sohbetimize mevzu bahis olan konu ise bir gece önce Okan Bayülgen'in programında işlenen "kendine zarar verme" idi. Programda dinlediğimiz birtakım örnekleri ve psikiyatrist görüşlerini paylaştık. Nerden bilebilirdik ki az sonra izleyeceğimiz oyun da bu konunun kenarında geçecek..

Halbuki belliydi, zira oyun akıl hastanesindeki Sarah Kane'in intihar etmeden önceki son hallerini kendi ağzından anlatımıydı. Sarah Kane 1971-1999 yılları arasında yaşamış İngiliz oyun yazarı.. Uzun süre depresyon tedavileri gören Sarah Kane hayatının büyük bölümünü de Akıl Hastaneinde geçirmiş. İlk intihar denemesinin umduğu gibi sonuçlanmamasının ardından ikinci denemesinde King’s College Hastanesinde kendisini astığında 28 yaşındaydı. Ölmeden önce yazdığı son oyun da 4.48 Psikoz.


Depresyondaki bir insanın ölümden önceki son hallerini anlatan 4.48 Psikoz, ciddi anlamda bir psikolojik durum anlatımı. Yazarın ölümünden sonra sahnelenen oyun kişinin tüm depresyonunu, kafasının içindeki bütün soruları önümüze döküyor. Tiyatro Pot şöyle ifade ediyor ; “....48 Psikoz, içeriğinin yaşam öyküsüne olan benzerliğiyle Sarah Kane'nin yaşamının son sözü olarak da nitelendirilebilir..”

Broşür şöyle der ; “4.48 Psikoz metni; ''normalleştirme'' ve ''sterilizasyon'' kavramlarının kapana kıstırdığı insanlığın çıkmazını psikotik bir hasta metaforuyla ve onun diliyle anlatır. 'Beden ve zihnin uyumsuzluğu', 'tamamlanamama ve bunun yarattığı acı', 'eksik olana duyulan özlem' oyunda önemli bir yer tutar Kane'in intiharla sonuçlanan kısa yaşamının bütün insanlığa maledilmiş izlerini buluruz metinde. In-yer-face'in sansürsüz dili, kusursuz bir şiirsellikle buluşur. "


Sahne üzerinde tek oyuncu ile icra edilen ve hem eş zamanlı hem kurgulanmış video görüntüleriyle desteklenen oyun büyük oranda oyuncu performansı izletiyor. Nihan Büyükağaç Sarah Kane oluyor ve bize intihara gidişini anlatıyor. Metni anlamak biraz zor, zira psikodramatik bir metin olduğu için ve karmaşık bir ruh haline işaret ettiği için klasik oyun metni olmaktan uzaklaşıyor.

Oyuncu Nihan Büyükağaç, güzel bir performans sergiliyor. Tek kişilik oyunu izlenebilir kılan en önemli unsurlardan birisi oyuncu olur. Dediğim gibi sahnede ciddi bir performans seyrediyoruz. İzlediğimiz performanstan da memnun kalıyoruz diyebiliriz.


Televizyon dünyasında gördüğüm kişileri tiyatro sahnesinde izlemekten ayrı bir zevk duyuyorum sanırım. Sebepleri çeşitli olabilir :) Nihan Büyükağaç da Muhteşem Yüzyıl’ın Gülşah karakteri ile televizyon ekranından izleyenlerin evlerine konuk oluyor. Ben derim ki, siz de gidin tiyatro sahnesinde seyirci olarak ona konuk olun..

30 Mayıs 2011 Pazartesi

NEVERLAND – THE CLUB

Bu haftasonu yine 1 müze – 1 oyun günümüzü yaptık. Öğlen vakitlerinin hemen sonrasında buluşmuş idik. Türvak 6 da kapandığı için müze gezimizi hemen yaptık. Türvak Sinema Tiyatro müzesi gezildi, oyundan önceki 3 saati değerlendirmek için bir mekana çöküldü.

Birtakım yemekler, içmekler, şakaların ardından 21:00’daki oyun için İkinci Kat’ın yolu tutuldu…

Biletlerimizin birtakımını önceden aldığımız Neverland’in yazarı ve yönetmeni Cihan Sağlam, arkadaşımızın arkadaşıdır. Arkadaşımız Barış Kıralioğlu’dur. Hatta geçtiğimiz yıllarda bu iki arkadaşımızı “Kırık Testi” isimli oyunda birlikte izlemişliğimiz de vardır.

Neverland prömiyer yaptığı gün Barış bacak ve bel ağrılarıyla kıvranmaktaydı, o nedenle prömiyerde bulunamadık. Ameliyat sonrası Barış Bey ortamlarımıza teşrif ettiğine göre dedik ki artık gidelim görelim!


İkinci Kat’ın merdivenlerindan ağır ağır çıkarken kalabalığın sesi gelmeye başladı. Bütün biletler satılmış, bütün köşeler kapılmıştı! Kapının açılmasıyla içeri hücum ettik ve içerideki onlarca sandalyeye bakakaldık. Bunların hepine oturulmaz herhalde derken, bir de baktık ki gerçekten hepsine oturuldu. Sahnenin bütün çevresi ve ortada 2 sıra seyirci, mekanı doldurup taşırdı adeta.

Oyunun en önemli özelliği ilk defa profesyonel bir oyunda down sendromlu bir arkadaşımızın (Tan Aytıs) oyuncu olarak yer alıyor olması. Başrolü de Öykü Başar ile paylaşıyor. Yaşam Kaya ise oyunun basın danışmanı olarak karşımıza çıkıyor. Öykü Başar ve Yaşam Kaya da down sendromlulara verdikleri eğitimden tanışıyorlar. Böyle de iç içe bir durum, süper!

Oyuna gelirsek.. Neverland, masalların dünyasıyla haşır neşir olmuş bir abla-kardeşin evlerinin bodrumunda geçiyor. Babalarının yaptığı heykeller ile vakit geçirip hikayelerine onları malzeme yapıyorlar. Bulundukları bodrum ise iç savaş sebebiyle aslında bir sığınak.

Broşür edinemedim fakat tanıtımlardan bir alıntı yapmak isterim ; “Belirsiz bir zaman ve mekan.. Toplum damgalılar ve damgasızlar olmak üzere ikiye ayrılmış.. Yönetim damgasızların elinde.. Bir ev.. Anne ve baba.. Hayalci bir kardeş ve büyümek isteyen sorunlu bir abla.. İç savaş.. Toplama kampları.. Hareket halindeki içi asker dolu bir kamyon..Bir bodrum kat..Çocuklar anne tarafından oraya saklanmış..Bodrum soğuk ve pis kokulu..Fareler ve ensenize damlayan su damlaları.. ”



Şimdiiiiii oyunu şöyle bir değerlendirmek gerekirse.. Beğendiğim ve beğenmediğim noktalar mevcut.. Öykü Başar’ın oyunculuğunu beğenemedim.. Duygu geçişlerini çok kopuk buldum, beni oyuna çekemedi, konsantre edip metnin içine alamadı.. Ama aslında göründüğünden çok daha iyi bir oyuncu da gibiydi, bilemedim.. Acaba oyunla ilgili bir sorun mu oldu ki ?

Tan Aytıs çok sevimliydi oyunda olmasından mutlu oldum :) Komutan Tuğrul Karanfil’i başarılı buldum. Oyunun, seyircileri oyuna alet etme şeklini de beğendim, güzel bir rejiydi. Dekor olarak kullanılan tavanda sarkan heykeller de amaca hizmet eder nitelikteydi. Ambians güzeldi.

Fakat ben oyunun metnini biraz zayıf buldum. Algılamakta ve bağdaştırmakta zorluk çektiğim birçok şey oldu. 45 dakika kadar süren oyunun son 20 dakikasında 3 konuşmanın aynı anda vuku bulması beni bitirdi! Hiçbirini anlayamadım.. Ayrıca oturma düzeni dolayısıyla izleyemediğimiz sahneler oldu, bundan da pek hoşnut kalmadım. Hatta yanımdaki arkadaşımın önünde bir asker dikildiği için oyunun bir kısmını göremedi.. In-yer-face şiddet sahnelerini fazla abartılı buldum. Metne hizmet ediyor olsa, gerçekten bu kadar gerekli olsa anlarım ama sadece ve sadece gereksiz gerginlik yaratmaktan başka işe yaramamış bence.. Belki de fazla uzun olduğu içindir.. Neyse ki bizim görmediğimiz köşede oynandı bu sahneler..

Değinmek istediğim ayrı bir konu da iç savaş zamanı bir kadın askerin nasıl bu kadar makyajlı ve bakımlı olabildiği..

Her şeye rağmen genç bir yazar-yönetmen oyunudur. Ülkemizde oyun yazarlarının azlığından muzdarip olduğumuz bir döneme gelmişken, bunlar güzel girişimlerdir. Hele ki başka bir yürekli hareket olarak, down sendromlu bir bireyin sahnede neler yapabileceğini kanıtlamış olması ayrıca takdir edilir. Gidilir, izlenir, destek olunur.

İyisiyle kötüsüyle bir Neverland’i izlemiş olduk. Sürç-ü lisan ettikse affola..


NEVERLAND - THE CLUB

Yazan – Yöneten : Cihan Sağlam

Supervisor : Murat Atak


Sahne Tasarımı : Efter Tunç

Işık Tasarımı : İ. Önder Arık

Kostüm Tasarımı : Necla Koca

Heykel Tasarımı: Ferda Yüksel

Ses Tasarımı: Ozan Akın

Ses Miksajı: Murat Yılmaz

Basın Danışmanı : Yaşam Kaya

Görsel Tasarım: Murat Miroğlu, Ahmet Korkmaz

Video Tasarım: Cihan Sağlam

Tanıtım Fotoğrafları: Catography

Proje Asistanları : Başak Mutlu, Hale Eker

Oyuncular: Tan Aytıs, Öykü Başar, Tuğrul Karanfil, Ezgi Karaca, Fatih Altun, Yusufcan Sancaklı, Kemal Aydın, Enis Alper Yapıcı

22 Mayıs 2011 Pazar

27. GENÇ GÜNLER -2 "AYAK BACAK FABRİKASI"

Genç Günler kapsamında izlediğim bir diğer oyun Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Kulübü tarafından sergilenen “Ayak Bacak Fabrikası” oldu. Daha önce 2 oyunlarını izlediğim bu ekibin oyunu yine beni hayal kırıklığına uğratmadı!

İşten çıkıp koşturmak suretiyle Kerem Yılmazer Sahnesi'nde aldım soluğu. Genç Günler oyunları 19:30 da başladığı için bir miktar felek şaşması yaşadım ama idare ettik.

Kalabalık bir kadroyla oynanan oyunun metni sahnelenmesi kolay olmayan metinlerden birisidir aslında. Buna rağmen akıcılığını kaybetmeyen bir oyun izletti bize ekip. Burda büyük pay yönetmen Arda Öztürk’ün aslında. Daha önce de kendisinin yönettiği Oyun Nasıl Oynanmalı’yı izlemiştim. İki oyun da Grotesk bir anlatımla sergilenen oyunlardı.

Grotesk nedir ? Wikipedia der ki ; “Grotesk, varlıkların absürd (sıra dışı) özelliklerle yeniden tasviri ile dünyaya ait olmayan bir olgu haline getirilme sanatıdır.”


Peki Ayak Bacak Fabrikası ne anlatır ? Egemen güçlerin (siyasal ve dini ) belirleyiciliğiyle ilerleyen toplumsal ilişkileri görürüz. Açlık ile yaşayan halk, derebeyleri ne derse yapmakta, ölmektense kara tohum ile beslenmeyi göze almaktadır. Çünkü derebeyleri der ki kutsal balıklar buğday olmazsa öleceklerdir ve halk elindeki bütün buğdayı devlet elinden kara tohum ile değiş tokuş etmelidir. Buğdaylarını getirmeyenler vatan haini ilan edilecektir! Kutsal balıklar ise hayattır, memattır! Kara tohum ile beslenen halk ise kötürüm olmaya başlar ve dost ülkelerden gelen yardım sandıklarından ayaklar ve bacaklar çıkmaktadır.

Ekip çok başarılı bir iş çıkarmış. Oyunu izlenebilir hale getiren reji ise zeka pırıltıları içermekteydi. Topunuzun eline sağlık gençler! Üniversite ekiplerini izlerken içimde biraz tereddüt olur genelde ama Yeditepe Üniversitesi dendiği zaman bu tereddüt beni terkediyor.


Oyun bir daha sergilenir mi bilemiyorum. Ama eğer bir yerlerde rastlarsanız izlemenizi tavsiye ederim!

17 Mayıs 2011 Salı

27. GENÇ GÜNLER – 1 JACQUES İLE EFENDİSİ

İBBŞT 27. Genç Günler Festivali kapsamında izlediğim ilk oyun ; Jacques ile Efendisi (Galatasaray Üniversitesi )

Aslında festival tarihi, o kadar önceden planlanmış tarihlerimle çakışıyor ki tahminimden az oyuna gidebiliyorum. O gün de niyetim Müsahipzade'ye gidip "Sobe"yi izlemekken, yetişemeyeceğimi anladığım noktada rotamı Kadiköy Haldun Taner Sahnesi'ne çevirdim. Koşa koşa yetiştim ve kırmızı koltuklardaki yerimi aldım.

Milan Kundera’nın bir oyunu olan Jacques ile Efendisi, bir çeşitleme olarak sunuluyor. Gerçekten de adının tam anlamıyla efendi değiştirmekten bir hal olmuş Jacques ile efendisinin hikayesi. İki kahramanımızın ayrı ayrı hikayelerini izledik. İlk aşkını anlatacakken binbir hikayenin içinde kaynolan Jacques ve safkan efendisi hikayelerini anlatırken arkadaki platformda canlandırmalar görüyoruz. Arada kahramanlarımız platformdaki hikayelere katılıp canlı canlı anlatmaya başlıyorlar.

Ortalarda bir yerlerde akıcılığı sekteye uğrayan oyunda, han sahibesini oynayan arkadaştan bir miktar şikayetim vardı aslında. Fakat oyun sonunda plaket alırlarken açıkladılar ki bi bu bayan oyuncu role 9 saatlik bir prova ile hazırlanmış. Zira asıl oyuncumuz ani bir sakatlık geçirdiği ve ayağı alçıda olduğu için oynayamamış. Bu nedenle kendisinden şikayet etmiyorum, eline sağlık diyorum :)

Ortalama oyunculuklarla icra edilen oyunda yine ortalama reji uygulamaları vardı. Oyuna hizmet eden kostümler, fransızca isimleri fazlaca yerinde telafuz eden oyuncularla orta izlenilirlikte bir oyun izledik.

Festivale katkılarından dolayı İBBŞT, Galatasaray Üniversitesi oyuncularına plaketini takdim etti, ben de kendilerine teşekkür ediyorum.

Ben kim oluyosammm ? :)

28 Nisan 2011 Perşembe

2010 - 2011 SADRİ ALIŞIK TİYATRO ÖDÜLLERİ

Ödüller ardı ardına geliyor sayın seyirciler!

Afife Jale Tiyatro Ödülleri adayları açıklandıktan sonraki isyan dalgası durulma asamasındayken Sadri Alışık Ödülleri için adaylar açıklandı. Tiyatro dalında aday gösterilen yapımlar ve kişiler yüreklerimize bir miktar su serpti desem yeridir. Daha yaygın bir kitleden seçim yapıldığı, daha çok oyun izlendiği belli olan adaylıklar solmakta olan umutlarımızı biraz yeşertti.

Üstün Akmen baskanlığındaki jürinin adayları ve kazananları şu şekilde ;

TİYATRO SEÇİCİ KURUL:
Üstün Akmen (Jüri Başkanı), Cem Duygulu, Çolpan İlhan, Filiz Kutlar, Hami Çağdaş, Hasan Anamur, Nil Aykon, Refika Sezik, Rengin Uz.

YILIN EN İYİ YAPIMININ YÖNETMENİ
Aleksander Popovski-Tehlikeli İlişkiler -İBŞT
Murat Daltaban-Kutlama – DOT KOLEKSİYON
Zeliha Berksoy-İsmene – SEMİHA BERKSOY VAKFI

YILIN EN BAŞARILI ERKEK OYUNCUSU
Levent Üzümcü-Tehlikeli İlişkiler-İBŞT
Reha Özcan-Bedensiz Kadın -İDT
Cemil Büyükdöğerli-Köksal Engür-Rıza Kocaoğlu –Kutlama - DOTKOLEKSİYON

YILIN EN BAŞARILI KADIN OYUNCUSU
Almila Uluer Atabeyoğlu-İsmene - SEMİHA BERKSOY VAKFI
Ece Özdikici-Romeo ve Jüliet-İBŞT
Şebnem Köstem-Tehlikeli İlişkiler-İBŞT

YARDIMCI ROLDE YILIN EN BAŞARILI ERKEK OYUNCUSU
Ali Mert Yavuzcan-Bakhalar/Marat-Sade -İBŞT
Bora Seçkin-Buluşma Yeri-İBŞT
Görkem Şarkan-Çatı-SERBEST BÖLGE

YARDIMCI ROLDE YILIN EN BAŞARILI KADIN OYUNCUSU
Ayça Varlıer-Leyla’nın Evi-TİYATROKARE
Gılman Peremeci-Bedensiz Kadın-İDT
Selin İşcan-Tehlikeli İlişkiler-İBŞT

MÜZİKAL YA DA KOMEDİ DALINDA
YILIN EN İYİ YAPIMININ YÖNETMENİ

Laçin Ceylan- Cam- TİYATRO GAGA-AYSA PRODÜKSİYON
Engin Alkan-Generaller,Savaş ve Barbekü-TİYATRO ADAM
Kubilay Karslıoğlu-Atilla Şendil- Temiz Ev-İDT

YILIN EN BAŞARILI ERKEK OYUNCUSU
Engin Hepileri-Zorla Güzellik-KENT OYUNCULARI
Cem Davran-Alevli Günler-İSTANBUL HALK TİYATROSU
Bülent Şakrak- Hakan Gerçek -İlker Ayrık- Annem Yokken Çok Güleriz-TİYATRO GERÇEK

YILIN EN BAŞARILI KADIN OYUNCUSU
Deniz Çakır-Cam- TİYATRO GAGA-AYSA PRODÜKSİYON
Nurhayat Atasoy-Şişman Domuz-BAKIRKÖY BELEDİYE TİYATROLARI
Suzan Aksoy-Büyük İkramiye-TİYATROKARE

YARDIMCI ROLDE YILIN EN BAŞARILI ERKEK OYUNCUSU
Bahtiyar Engin-Alevli Günler-İSTANBUL HALK TİYATROSU
Beyti Engin-Aklı Havada- BAKIRKÖY BELEDİYE TİYATROLARI
Gökçer Genç-Zorla Güzellik- KENT OYUNCULARI

YARDIMCI ROLDE YILIN EN BAŞARILI KADIN OYUNCUSU
Pelin Ermiş-Büyük İkramiye- TİYATROKARE
Selen Uçer-Cam- TİYATRO GAGA-AYSA PRODÜKSİYON
Sema Çeyrekbaşı-Temiz Ev-İDT

“EFES” ÖZEL ÖDÜLÜ
Öykü Karayel-Güzel Şeyler Bizim Tarafta-TİYATRO KREK / Gonca Vuslateri-Punk Rock- DOT MARSTA
Hakan Kurtaş-Punk Rock- DOT MARSTA

“EFES” MÜZİKAL YA DA KOMEDİ DALINDA ÖZEL ÖDÜLÜ
Neslihan Arslan-“Temiz Ev”-İDT
Bu kategoride erkek oyuncu adayı belirlenememiştir.


SEÇİCİ KURUL ÖZEL ÖDÜLÜ
TİYATRO 0,2


ONUR ÖDÜLÜ
GENCO ERKAL

26 Nisan 2011 Salı

AFİFE JALE TİYATRO ÖDÜLLERİ 2011

Bu yıl tiyatro ödülleri bir miktar kıyamet kopardı. Bu kadar yogun bir gündem varken, tiyatroyla ilgili herhangi bir haberin bir ses yaratmasından gizli bir haz duysam da ortaya çıkan manzaradan hiç memnun olmadığımı belirtmek isterim.

Adayların ağırlıklı olarak, hatta bütünüyle devlet yardımı alan ve ismi duyulmuş tiyatrolardan oluşması çok tepki çekti. Son dönemlerde tiyatro camiasında adı sık geçen, çok beğenilen, başarılı işlere imza atan birçok grup ve kişinin esamesinin okumadığı listeden duyulan rahatsızlıklar bazı mecralarda dile getirildi.

Bunun üzerine, jüri başkanı Haldun Dormen bir açıklama yapma gereği duydu ve dedi ki ; "Bunun için öncelikle ödüllerin seçim ve veriliş sürecini düzenleyen bir yönetmelik hazırladık. Bu yönetmelikte adayların belirlenmesi için konulmuş kriterlerinden biri oyunların en az 75 kişilik salonda ve yine en az 15 temsil oynanmasıdır. Bu şart özellikle tüm jüri üyelerinin sezonun başlamasıyla birlikte mümkün olduğu kadar çok prodüksiyonu izleyebilmesi için konulmuştu. Aksi taktirde fiziken imkansız bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu yıl aldığımız yapıcı eleştirilerin de etkisiyle seyirci kapasitesi az olan bu tarz tiyatroların yöneticisi ve yapımcılarıyla bir araya gelerek önümüzdeki dönemde bu kriterin iyilestirilmesine yönelik bir toplantı yapma kararı almış bulunuyoruz."

Halbuki bu sezon Öykü Sahne, Kumbaracı50, Galata Perform, İkinci Kat, Mekan Artı gibi nispeten küçük ve modern sahnelerde ne kadar da güzel oyunlar yer aldı. Seyirci kapasiteleri 75 kişiden azdı belki ama o çok kişilik salonlarda oynayan birçok oyundan daha kaliteli işler sergilendi. Yepyeni yetenekler sergilendi. Buralarda yer alan grupların büyük çoğunluğu devlet desteği almadı, maddi zorluklar yaşadı.. Ama en çok merak ettiğim ne biliyor musunuz ? Haldun Dormen hocamiz acaba hiç bu mekanlarda oyun izledi mi ?

Neyse bu mevzuyu çok uzatmadan adayları ve açıklanan kazananları verelim :) Koyu renkle yazanlar, kazananlardır..Buyrunuz ;

YILIN EN BAŞARILI PRODÜKSİYONU

Dünyanın Ortasında Bir Yer- İstanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

Tehlikeli Iliskiler- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

Vanya Dayı- Tiyatro Pera

YILIN EN BAŞARILI YÖNETMENI

Aleksandar Popovski- Tehlikeli Iliskiler- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

Arif Akkaya- Arzunun Onda Dokuzu- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

M. Nurullah Tuncer- Dünyanin Ortasinda Bir Yer- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatroları

YILIN EN BAŞARILI ERKEK OYUNCUSU

Emre Kınay- Sondan Sonra- Duru Tiyatro

Levent Üzümcü- Tehlikeli Iliskiler- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

Reha Özcan- Bedensiz Kadın- Istanbul Devlet Tiyatrosu

YILIN EN BAŞARILI KADIN OYUNCUSU

Ahu Türkpençe- Sondan Sonra- Duru Tiyatro

Neslihan Arslan- Temiz Ev- Istanbul Devlet Tiyatrosu

Şebnem Köstem- Tehlikeli Iliskiler- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

YILIN EN BAŞARILI YARDIMCI ERKEK OYUNCUSU

Erhan Abir- Çig- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

Civan Canova- Ölüleri Gömün- Istanbul Devlet Tiyatrosu

Köksal Engür- Festen (Kutlama)- Dot Koleksiyonda

YILIN EN BAŞARILI YARDIMCI KADIN OYUNCUSU

Defne Yalnız- Kadin Siginagi- Istanbul Devlet Tiyatrosu

Sema Çeyrekbasioglu- Temiz Ev- Istanbul Devlet Tiyatrosu

Sevtap Çapan- Çig- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

YILIN EN BAŞARILI MÜZIKAL / KOMEDI ERKEK OYUNCUSU

Erhan Yazicioglu- Ben Sinema Artisti Olmak Istiyorum- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

Kemal Kocatürk- Kadin ile Memur- Besiktas Kültür Merkezi

Toron Karacaoglu- Istanbul Hatirasi- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

YILIN EN BAŞARILI MÜZIKAL / KOMEDI KADIN OYUNCUSU

Ayça Varlier- Leyla'nin Evi- Tiyatrokare

Binnur Serbetçioglu- Istanbul Hatirasi- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

Hande Ataizi- Özel Hayatlar- Tiyatro Istanbul

YILIN EN BAŞARILI MÜZIKAL / KOMEDI YARDIMCI ERKEK OYUNCUSU

Bahtiyar Engin- Alevli Günler- Istanbul Halk Tiyatrosu

Bülent Kayabas- Tanimadigim Adamlar- Ali Poyrazoglu Tiyatrosu

Murat Karasu- Begendiginiz Gibi- Istanbul Devlet Tiyatrosu

YILIN EN BAŞARILI MÜZIKAL / KOMEDI YARDIMCI KADIN OYUNCUSU

Eda Gülten- Bir Yaz Gecesi Rüyasi- Tiyatro Kedi

Selen Uçer- Cam- Tiyatro Gaga (Aysa Prodüksiyon)

Selma Kutlug- Istanbul Hatirasi- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

YILIN EN BAŞARILI SAHNE TASARIMCISI

Behlüldane Tor- Ölüleri Gömün- Istanbul Devlet Tiyatrosu

Numen/ Sven Jonke- Tehlikeli Iliskiler- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

M. Nurullah Tuncer- Dünyanin Ortasinda Bir Yer- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

YILIN EN BAŞARILI GIYSI TASARIMCISI

Canan Göknil- Romeo ve Juliet- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

Candan Seda Balaban- Surname (Maske, Kukla ve Kostüm)- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

Duygu Türkekul- Dünyanin Ortasinda Bir Yer ve Alemdar- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

YILIN EN BAŞARILI SAHNE MÜZIGI

Can Atilla- Dünyanin Ortasinda Bir Yer- Romeo ve Juliet - Çig- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

Nurettin Özsuca- Temiz Ev- Istanbul Devlet Tiyatrosu

Tolga Çebi- Dava- Bakirköy Belediye Tiyatrosu ve Benim Adim Rachel Corrie- A…Z Prodüksiyon

YILIN EN BAŞARILI ISIK TASARIMCISI

Cem Yilmazer- Dava- Bakirköy Belediye Tiyatrosu

Murat Özdemir- Romeo ve Juliet- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

M. Nurullah Tuncer- Dünyanin Ortasinda Bir Yer- Istanbul Büyüksehir Belediyesi Sehir Tiyatrolari

Zeynep ÖZONUR -Ünsal ÇAKIN - ISTANBUL - DHA

ÖZEL ÖDÜLLER;

Yapi Kredi Sigorta Özel Ödülü:

Tiyatronun herhangi bir dalinda tiyatroya yarari olmus kisi

Prof. Dr. Aysegül Yüksel

Tiyatroda Yeni Kusak Özel Ödülü:

Tiyatronun herhangi bir dalinda genç kusak basarili sanatçi

Punk Rock Oyunculari (Dot)

Cevat Fehmi Baskut Özel Ödülü:

Ilk kez o yil sahnelenmis olan en basarili yerli oyunun yazari

Tuncer Cücenoglu-Kadin Siginagi(Istanbul Devlet Tiyatrosu)

Nisa Serezli Askiner Özel Ödülü:

Yasami boyunca tiyatro dalinda basarili çizgisini sürdürmüs tiyatro sanatçisi

Dilek Türker

Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü:

Yasami boyunca tiyatro dalinda basarili çizgisini sürdürmüs ya da tiyatro sanatina katkida bulunmus kisi

Müjdat Gezen

13 Nisan 2011 Çarşamba

"ANNEM YOKKEN ÇOK GÜLERİZ" AMA ASLINDA HİÇ KOMİK DEĞİLİZ!

Bir galada daha buluştuk sevgili okurlar..

Davetli olmadığımız bir galaya gittiğimizi burada itiraf ederken, yanımdaki kişinin ismini açık etmiycem ki o da benimle yanmasın! Yazıktır günahtır. Galayı bana o haber verdi, ona da bir arkadaşı.. Ama belki de bu işler böyledir ha olmaz mı :)


Bir ay kadar önce "Annem Yokken Çok Güleriz" oyununa gitmek için ekibe haber saldım. Sonra oyunun galası olduğunu öğrendik ve ona iştirak etmeye karar verdik. Zira galaları severiz, sosyetenin gözbebeğiyiz! :) Ekipten kala kala 2 kişi kalmış olarak Kenter Tiyatrosu'nun yolunu tuttuk. Ama yanımdaki kadim dostum biraz rahat bir insan olduğundan "10 dakkada yürürüz yeaa" dediği için koşarak yetişmek zorunda kaldık ve salona ayak bastığımızda nefes alışverişimiz bir süre rüzgar etkisi yarattı salonda.


Kenter Tiyatrosu'nun oturaklarını aynı hizada oldukları için işlevsiz bulsam da diğer yandan mekanın dokusunu çok seviyorum. Oyun dekorunun da bu yapıya çok güzel uyum sağlamış olduğunu gördük ortamı incelemek için bulduğumuz o küçücük zaman diliminde.

Veeee oyun..


Bir kara komedi olan "Annem Yokken Çok Güleriz" bir baba ve iki oğlunun hikayesini izletiyor bize. Ödüle layık bir oyunculuk sergilemek için kendini paralayan ve iki oğlunu da bu deliliğe alet etmiş bir baba.. Bu gündelik tiyatro oyunu içinde kendilerinden olmuş iki kardeş ise bu durumdan isteseler de çıkamıyorlar. Evin her yeri sahne onlar için ki evden de dışarı çıkmaları çok nadir gerçekleşen bir durum. Mecburi ihtiyaçlar dışında bütün vakitlerini evde geçiriyorlar ve babalarının yazdığı repliklerle oynadıkları hayat oyunundan kurtulmak istiyorlar. Fakat çok istediğiniz halde cesaret edemediğiniz, bilemediğiniz nedenlerle elinizin kolunuzun bağlandığı durumlardan en trajikomik olanıyla başbaşalar.. Oynanan oyun ise aslında gerçeğin ta kendisi..


Bu trajedi-komedi içerisine bir de mahalledeki marketin kasiyer kızı girince ortalık şenleniyor ve gerilimin seviyesi artıyor. Daha önce aile bireyleri dışında kimsenin adım atmadığını tahmin ettiğimiz evdeki davetsiz misafir trajediyle komedinin çarpışma şiddetini ikiye katlıyor.

Broşür der ki ; " Annem Yokken Çok Güleriz; yaşamın köşeye sıkıştırdığı, hikâyesini yitiren, dar gelirli bireylerin aile, baba-oğul ilişkileri ekseninde yeniden kendi hikâyelerini kurmaya çabalamalarının, ilginç bir anlatısı." Ve der ki ; " Anlatı olmasa biz nasıl var oluruz? Bir hikâyemiz olmadan ne yaparız? Her birey bir hikâyenin parçasıdır. Üstelik onu tek, ilginç, "biricik" yapan hikâyesidir. Ya hikâyemiz yoksa ya da hikâyemizi söylemeye cesaretimiz yoksa daha kötüsü hikâyemiz diğer bireylerinki ile aynı ise, o zaman ne olur? İşte o zaman uydururuz. Kendimize, kendimiz için, kendimizi ve de herkesin bizi seveceği ve tabi ki; üstün, dürüst, tek kahramanın kendimiz olduğu, ilginç, özgün bir hikâye uydururuz. "


Hakan Gerçek, Bülent Şakrak ve İlker Ayrık gibi üç şahane oyuncu sahnede çok çok iyiler.. Her birini izlemek ayrı bir keyif! İşinin ehli diye bu adamlara diyebiliriz sanırım! Yanıbaşlarındaki Makbule Akbaş ise bu üçlünün içinde sırıtmayacak kadar uyum sağlamış görünüyor. Yalnız oyuna ilk girdiği bölümlerde yüzünü sürekli kapatan saçı biraz rahatsız ediciydi. Hatta kendisi de sürekli onu düzletme çabası içindeydi sanki..


Bunca şeye rağmen oyunda olmayan bişeyler vardı.. Sanırım konusu biraz ağır işleniyor.. Yani özellikle ilk perde uzadıkça uzuyor ve insanı biraz yoruyor. Belki de sahnede çok fazla devinim olduğundandır. Belki de gerilim seviyesinin birince perdede az kalmış olmasındandır.. İkinci perde gerilimin artmasıyla seyriciyi biraz daha elinde tutuyor oyun. Bir de sanırım konuyu idrak etmek biraz zaman alıyor, durumları bağdaştırmak için oyunun gidişatına iyiden iyiye kapılmak gerekiyor. İzleyici olmak da bir konsantrasyon işi!


Belki de oyuncuların önceden bilinen hallerinden, kendimi daha gülmeli bir oyuna hazırlamıştım sanırım. Halbuki azcık daha inceleseymişim afiş bana doğruyu söyleyecekmiş. Afişteki fotoğraf aslında oyunun tam bir özeti! Kostümler, duruşlar size komik gelebilir ama suratlara bakmayı deneyin! Hiç komik bir yanları var mı ? İlk bakışta görünen komedinin içindeki hüznü görmek lazım..


Mehmet Ergen tarafından çevrilip dilimize kazandırılan ve Mehmet Birkiye tarafından yönetilen "Annem Yokken Çok Güleriz" keyifle izlenebilecek bir oyun.. Ama siz yine de beklentilerinizi çok yüksek tutmayınız..


Oyun çıkışı ikram edilen şaraplarımızı içerken birkaç kelma da sohbet ettik. Tanınmış simalara bakıp bakıp "aa bak ... de burdaymış" falan dedik. Sayın Üstün Akmen ile selamlaşmayı ihmal etmedik.. Böyle böyle bir gecenin daha sonuna geldik..

Annem Yokken Çok Güleriz

Tiyatro Gerçek

Yazan : Enda Walsh

Çeviren : Mehmet Ergen

Yöneten : Mehmet Birkiye

Işık-Dekor Tasarım : Cem Yılmazer

Kareografi : Cihan Yöntem

Oyuncular : Hakan Gerçek, Bülent Şakrak, İlker Ayrık (konuk oyuncu), Makbule Akbaş